Geceleyin uyku tutmayıp da yatak Hilal'in sırtına batmaya başladığı vakit hızla doğruldu yataktan Hilal. Zaten ne zamandır rahatsız olan uykusu, bu sefer kendisini hiç bulmamış, en güçsüz anını yakalamıştı da kızın hislerinin yoğunluğundan velhasıl işte böyle gecenin bir vakti masa başına geçer olmuştu Hilal. Uyumak ne kelime, gözünü kapattığı gibi zamanın bütün gerçekleri yüzüne vuruyor, bu vatan uğruna yaptıklarının boşa çıkmasına hiddetleniyor, şimdi bir Yunan konağında, rahat yatağında oluşunun çelişti içerisindeyken nefes dahi alamıyordu.
Bu yaşına kadar birçok hata yaptıysa da, günahlarını hep sırtında hissettiyse de hiçbirinden pişmanlık duymamıştı Hilal, duymamıştı ama şimdi neydi böyle kalbini sıkıp da onu yorgunken bile tarumar eden? Savaşın içinde büyümek zorunda olduğundan, çocukken bile çocukluğunu yaşayamadığından, daha babasına doyamamışken babasız kaldığından mıdır ki şimdi bu rahat yatakta oluşu ona riyakâr hissettiriyordu?
Vatan için yapmamış mıydı bunların hepsini? Şimdi bir nevi hapiste değil miydi zaten, yaptıklarının cezasını tüm sevdiklerinden tokat yemekle çekiyor, onların soğuk bakışlarının, sevgi barındırmayan hallerinin hepsinin tesiri yetmez miydi Hilal'in günahlarının af olmasına? Bu kadarı kâfi değil miydi de dahasını da görüyordu Hilal, en korkuncu değil miydi bu yaptıklarının hepsinin sorumluluğunu alıp da cezasını çekerken neyin uğruna yaptığını ve o uğurda yaptığı şeylerin hepsinin aslında boş olması, boşuna olması?
Türk halkı oldu olası mücadeleci, boyunduruk kabul etmeyen bir halktı da şimdi gördükleri neydi Hilal'in? Yunan'ın bu şehre ayak basmasıyla onlar da mı ecnebileşmişlerdi de ondan mıydı bu kabullenişleri? Kendilerini unutmuşlardı da, bu vatan için yapılan onca fedakârlığa da mı göz yummuşlardı? Sanki zaten olması gereken buymuş gibi davranmaları, rahatsız olan varsa da korkudan mıydı bu sus pus halleri?
Bu cehennemden ne zaman kurtulacaktı Hilal ve ne zaman bitecekti bu yangın? Belki İzmir'e dönünce tutunacak bir dal vatanın kurtuluşuna olan inancım olur diyen Hilal'in bile inancını sömürmüştü burada olanlar. Hep mi böyle hissedecekti Hilal, hep mi içindeki bu ateşle yaşayacaktı da ölmeyi bekleyecekti usul usul? Ölüm yeter miydi içindeki ateşin sönmesine? Peki, vatan için bu kadar fedakârlık eden birinin en büyük hakkı değil miydi kurtuluşu görmek? Hürriyet nasıl bir sevdaydı ki kız ondan vazgeçemiyor, ondan vazgeçenlerin oluşu dahi onu çıldırtıyordu? Yine vazgeçmeyecek, yine silahını bürünecekti de vazgeçmeyecekti hürriyetten. Herkesin silahı farklıydı ve Hilal'in en kuvvetli silahı da kalemiydi. Diviti eline aldığı vakit kendini iyi hissediyor, anca o zaman vatan için yapılan bunca fedakârlığa şükranını gösterebiliyordu.
''Daha ne kadar eğileceksin!'' Bu dizeleri yazarken kendine mi sesleniyordu yoksa burada gördüklerinin anlamsızlığına, acizliğine miydi çığlığı?
''Oğulların Kafkas Dağlarında soğuktan taş kesildiler, eğilmediler. Sen daha ne kadar eğileceksin!'' Divitten mürekkep akıp da aklındaki bütün düşünceler o divitle anlam kazanıyor, başkaları için de anlamlı oluyor, kalbini zehirleyen şeyler aynı divitten akan mürekkep gibi kapkaraysa şimdi kâğıtta dağıldıkça kızın gözyaşları da yanaklarını ıslıyordu. Lakin bu olanlara olan öfkesi sanki sonsuz bir ateşti ve onu söndürmek bir yana, o ateşi harlamamak bile bir marifetti ve Hilal o kadar maharetli değil, aksine o ateşi daha da coşturacak kadar toydu.
''Süveyş Kanalında, Arabistan'da sıcaktan nefesleri, susuzluktan ciğerleri kesildi, eğilmediler. Sen daha ne kadar eğileceksin!'' O sıra sanki kendi nefesi de kesilir gibi oldu da, oradaki askerlerin feryatlarını duyar gibi olduğundan eli şöyle bir yüreğine gitti, elini bir iki oynatıp da oradaki acıtan her ne varsa açmaya uğraştı. Şamar gibi iniyordu şimdi yüzüne bu gerçekler ve okuyan kim varsa, o şamar öyle bir sarsmalıydı ki onları artık bu boyun eğme son bulmalıydı, yoksa bunca yapılana ihanetin bedelini ne burada ödeyebilirlerdi, ne de ahrette.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ahuzar
FanfictionSelanik'te yolları kesişen mesut iki gençten; Harbin getirdiği yazgıyla kedere bürünen iki yüreğe. ''Eyvâh! .. Ne yer, ne yâr kaldı, Gönlüm dolu âh u zâr kaldı.''