''Hayırlı akşamlar Azize anne, müsait miydiniz?'' Azize'nin akşam henüz çökerken kapının çalışı içindeki sıkıntıyı artırmış, kapıyı açmasıyla Selim'in yüzünde gördüğü kaygı onu iyice telaşlandırmıştı.
''Gel oğlum, gel. Hayırdır kötü bir hal mi var nedir bu vaziyetin?'' Selim'i içeri buyur ederken telaşla konuşuyor, sanki olanları hissetmiş gibi sesine içinin sıkıntısı yansıyordu. Selim'in arkasından içeri girerken salonda oturan herkesin kendisiyle aynı vaziyette olduğunu gördü Azize. Yıldız ve zevci Hazım yan yana oturmuş, bir şey olmuş korkusuyla Selim'in yüzüne bakıyor, Esma ise az önce konuşulanların etkisinde olacak ki kapının çaldığını bile fark etmemiş, hala gözleri halıya dikili öylece duruyor, Hasibe ise elini öpen Selim'in sırtını sıvazlarken başını burukça sallıyordu. Selim bu zamana kadar, Cevdet şehit olduğundan beri hep yanlarında olmuş, bir kere bile başlarında bir erkek olmayışının eksikliğini hissettirmemek için çabalamış, Yıldız'a da Hilal'e de kardeş olmuştu. Kendisi öksüz olduğundan anası gibi görüyordu Azize'yi, hakeza öyleydi de, küçüklüğünden beri tanırlardı Selim'i. Nihayet Mekteb-i Tıbbiyye-i Şahane'yi bitirip de İstanbul'dan İzmir'e döndüğünde cehennemin içine düşmüştü Selim. İlkin cephelerde doktorluk yapsa da İzmir işgal edildiğinden beri, zaten vatanın her yanı cephe olduğundan, İzmir'e dönmüş, burada her işe koşuşturur olmuştu. Azize zaten elinde büyüyen Selim'le şifahanede birlik olup çalışmaktan o kadar memnundu ve Selim'le o kadar gurur duyuyordu ki, Selim ne kadar onların üzerine titriyorsa Azize de onu o kadar kendi çocuğundan ayırmıyordu. Şimdi onun halinden anlıyordu ki bet bir hadisenin yine ortalarındaydılar ve Azize bu betliği duymaya hazır olduğuna emin değildi. Ziyadesiyle kötü bir gündü ve bu gün o kadar uzamıştı ki bitmek bilmemişti bir türlü.
''Azize anne, bu havadisi duydunuz mu bilmiyorum ama Hilal dönmüş.'' Hilal derken Selim'in gözlerinden geçen duyguyu bir tek Esma fark etti o odada. Belki kuruntu ediyordu, belki şu anın duygusallığıyla saçma fikirler içerisindeydi lakin o da koşa koşa gelip, burada almamış mıydı soluğu? Ablasına ne kadar sert konuştuysa, Azize annesine o kadar hızlı koşup da haber vermemiş miydi? Ne kadar ona kızgın olsa da, sevgisinden hiçbir şey eksilmemişti ki. Hilal'i kim sevmezdi ki? Herkesin gıptayla baktığı, fikirlerine saygı duyulan biriydi Hilal ve her ne kadar herkes kızgın olsa da ona, o kızgınlık duvarının arkasında masumane bir sevgi vardı. Şimdi Selim'in de bu kadar heyecanlı oluşu normaldi lakin adamın bilip karşısındakilerin bilmediği daha farklı şeyler var gibiydi.
''Evet, duyduk oğlum. Geldi buraya da ama... Ne bileyim işte, ne denir bilmiyorum ki. Tüm ezberimi bozdu Hilal, beni cahile çevirdi.''
''Biliyorum, çok kızgınsınız Hilal'e... Dilim varmıyor söylemeye lakin bugün benim onunla karşılaşmam öyle sokakta görüp de selamlaşmayla olmadı. Yunan Konağına çağrıldım, acil bir vaziyet var diye haber verildi bana. Hilal'miş fenalaşan, hiç beklemiyordum onu öyle görmeyi. Benim tanıdığım Hilal güçlüdür, çetindir lakin o küçücük kalmış Azize anne. O kadar aciz gözüküyordu ki, benim tanıdığım Cevdet kızı Hilal mi diye çok kez baktım yüzüne-''
''Ne olmuş Hilal'e? Neden fenalaşmış oğlum, hastalanmış mı yoksa?'' Eli yüreğinde, gözleri dolarken konuştu Azize telaşla. Sabahki tavrına pişman oluyorsa da hiçbir şey şimdiki vaziyeti değiştirmeye yetmezdi. Bir ananın en korktuğu şey çocuğuna zarar gelmesiydi fakat Hilal'ini bütün fenalıkların ortasında bırakmıştı Azize.
''Sinir krizi geçirmiş, yani zevci öyle söyledi. Sakinleştirici verdim uyuyup dinlenmesi için, evvelindeyse Hilal gözlerini açıp da ben onu muayene ederken beni tanımadı bile. Biz o yokken hep onu suçladık ama Hilal çok zorlanmış anne. Hilal hiç iyi değil.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ahuzar
FanfictionSelanik'te yolları kesişen mesut iki gençten; Harbin getirdiği yazgıyla kedere bürünen iki yüreğe. ''Eyvâh! .. Ne yer, ne yâr kaldı, Gönlüm dolu âh u zâr kaldı.''