''Oo, Hilal Hanım! Yüzünüzde güller açıyor, düne karşın bugünkü bu haliniz beni şaşırtıyor doğrusu.'' Hilal kapıdan girdiği gibi yüzünün her karışına işlemiş olan mutluluğu hemen görmüştü Yüzbaşı. Öyle ya, kız ışıldıyordu bu mutlulukla; dün yaşadıkları, eskiyi ne kadar özlediklerini yüzlerine vurmuştu. Bunun sorumlusu Hilal'di elbet, görevi icabı yaptığı şeyler olur da Leon'un yanlış anlamasına sebep olur diye -ki Leon kızın niyetinin aslını anlamayacak kadar farklı düşünüyordu Hilal ile- sürekli bir gerginlik vardı kızda. Bu gerginlik de haliyle en yakınından en uzağına, her şeye etki ediyordu. Nihayet olayları ayırıp da, kocasıyla kocasının üniformasına farklı gözlerle bakmaya başlayınca, bir de üzerine Leon'un o sıcacık yüreğini tekrar görünce, kız o gerginliği üzerinden nihayet atabilmişti. Onun gözünde iki Leon vardı; biri yere göğe sığdıramadığı, aşkıyla yanıp tutuştuğu Leon, diğeri ise Teğmen Leon'du. Leon Hilal'in yanında hiçbir zaman Teğmen Leon olmamıştı, tartışmalarında dahi kendi fikrini savunmamıştı, sanmıştı ki Hilal bu odanın içinde, sadece Leon'u görecek ve hiç dışarı çıkmayacaktı. Kızın hiçbir davete birlikte gitmeyi kabul etmemesine de bu yüzden anlayış gösteriyordu, sanıyordu ki Hilal'i serbest bırakırsa, o odanın içinden Hilal hiç çıkmazdı. Ama öyle olmamıştı, Leon'un korktuğu şey dolaylı da olsa başına gelmişti. Hilal o odadan çoktan çıkmış, sadece Leon'a olan sevgisinin ve şefkatinin büyüklüğünden dolayı onun Teğmen oluşuna katlanmıştı. Önceden birbirlerine olan bu sevdanın temeli atılmamış olsa, Hilal Leon'u sever miydi; buna ne Hilal, ne de Leon cevap verebilirdi.
''Mutlu da olamayacağım! Ne yapsam batacağım gözünüze değil mi Yüzbaşı?'' Cahit kızın ukala tavrını gülerek karşıladı, bakışlarındaki hayranlığı gizleyemedi kız taktığı fötr şapkayı çıkarıp, saçlarını düzeltirken.
''Aksine, yaptığınız her şey beni mutlu ediyor Hilal. Sen olmasaydın o malumatlara nasıl ulaşacaktık?'' Kız mahcupça bakışlarını aşağı indirdi, dün bahsi geçen silahların nereye yerleştirileceğine dair bir şey bulamadıysa da, şimdiye değin getirdiği malumatların belki de en mühimi, bu malumatı verip vermemekte kararsız kaldığı, ve bunların hepsinin yazılı olduğu kağıt şimdi çantasında duruyor, orada durması dahi Hilal'e rahatsızlık veriyordu. Hala ne yapacağına karar verememiş, bu malumatı ulaştırdığında, diğerleri gibi küçük olmadığından, hele ki eğer o gizli taarruz gerçekleşirse ve o taarruzda Leon da cephede olursa, bunun hangi taraf için daha yıkıcı olduğuna karar veremediğinden, böyle bir arafta kalmanın yürek acısını çekiyordu Hilal.
Yüzbaşına şöyle bir gülümsedi, hala emin olmamakla birlikte bir yanı hiçbir sorun çıkmadan, hemen arkadaki telgrafla bu malumatı Türk tarafına gönder ki hazır olsunlar diyordu. Aslında dün, Yüzbaşı ona silahların yüklenip, bir sürü geminin İzmir'e doğru yola çıktığını söylediğinde çok da şaşırmamıştı. Çünkü beklediği bir şey insanı şaşırtmazdı. O gemide giden silahların doğrulacağı, gafil avlanacakları için toprağa haksız yere düşecek olan her askerin sorumluluğunu sırtında hissediyordu şimdi Hilal. O his, o kadar gerçekçiydi ki; Hilal oturduğu yerde iki büklüm olacaktı neredeyse. Vatansever yanı baskın gelmiş, hatta arafta kalıp da bu malumatı sonsuza değin saklamayı düşünen yanını toprağa gömmüştü Hilal. Teğmen olan Leon değil de, zevci olan Leon aklını öyle karıştırıyordu ki, elbet böyle düşünüp de vatansever yanını dahi susturacaktı neredeyse Hilal. Bu yüzden aşk, ya da onun da ilerisi birine muhabbet beslemek, şefkat beslemek bu kadar tehlikeliydi. Halit İkbal olup, divitiyle birçok kişinin kalbine dokunan, vatanseverliği o divitten okuyan gözlere parlayan Hilal'i bile acaba dedirtiyordu bu duygu.
Cesaretini kaybetmeden lafa girdi Hilal, zaten Cahit de kızın başlamasını bekliyor, hatta o gelmeden evvel o silahları ele geçirdiklerine dair hayaller kurup mutlu bile olmuştu. Lakin biraz sonra Hilal'den duyacakları, hayaline dahi sığamayacak kadar büyük bir bilgi ve bu bilgi öğreneni kıvrandıracak kadar keskindi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ahuzar
FanfictionSelanik'te yolları kesişen mesut iki gençten; Harbin getirdiği yazgıyla kedere bürünen iki yüreğe. ''Eyvâh! .. Ne yer, ne yâr kaldı, Gönlüm dolu âh u zâr kaldı.''