2|photograph.

1.2K 70 8
                                    


Annabel Lee.

Sonsuzluk demek insanlar için sevgiydi,aşktı. Her an bitebilecek bir şeyi, ölümsüzleştirme tabiriyle birleştirip kelimelerin büyüsünü bozuyorlardı. İki sene öncesine kadar sevgiyi sonsuzluk sanarken şimdi benim için hiç bir anlamı yoktu. Ben beş yaşındayken birbirlerine aşkla ve şefkatle bakan annemin ve babamın on beş yaşıma geldiğinde ayrılmaları bende sevgisinin sonsuzluk ilkesini öldürmüştü. Kalbimin dört odacığıda hissizlikle dolmuştu. En çok güvendiğim insanın sevgisine ihanet ettiğini görmek bu duygunun benden uzaklaşmasına yol açmıştı.

İnsanlar arasında gerçekleşen diyaloglardan biri olan "Nasıl bir ailede yetişirseniz sizin de aileniz öyle olur." cümleleri gün geçtikçe-büyüdükçe- beni tedirgin ediyordu. Annemin yaşadıklarını ilerde aile kurduğumda yaşamak istemiyordum. Bununla baş etmenin tek bir yolu benim için aile kurmamaktı. Bu yüzden son iki senedir bana yaklaşan tüm erkeklerden uzak durmuştum. Durmaya da devam edecektim.

Tabikide dünya üzerinde annesi ve babası ayrı olan tek insan ben değildim fakat düşünceler arasında kaybolduğumda kendimi gerçekten psikolojik olarak en çok etkilenenler arasına sokabiliyordum.

"Bebeğim."

Annemin seslenmesi üzerine bahçede gezinen bakışlarımı anneme çevirdim. Son bir saattir elimdeki kahveyle tek başıma bahçe kapısının önünde dikiliyor olmam onu endişelendirmiş olmalıydı.

"Okulundan e-posta geldi. Nakilin gerçekleşmiş. Yarın okula gidip belge işlemlerini de tamamladığımızda yeni okuluna gidebilirsin."

Başımla onu onaylayıp elimdeki boş kupayla tezgaha ilerledim.

Annem okul konusunda fazla disiplinli biriydi. Benim okuldan bir gün bile uzak kalmama tahammül etmediği için taşınma işlemlerini hafta sonuna denk getirmişti. Gelmeden önce de internetten nakil işlemlerimi halletmişti.

"Senin için zor olduğunu biliyorum,Annabel. Lisedeki son senen senin için eğlenceli olmalıydı ama durumları biliyorsun. Alıştığın ortamdan seni uzaklaştırdığım için üzgünüm, bebeğim."

Bardağı suyun altında durulayıp anneme döndüm. Durgun olmamı eski okulumdan ayrılmama bağlıyor olması bana komik gelmişti.

"Sıkıntı yok. Son bir seneyi farklı bir yerde okumak o kadarda kötü değil. Daha çok ders çalışabilirim. Hem zaten üniversite için de farklı bir şehire gidecektim bu bir nevi alıştırma oldu benim için."

Söylediklerim ona inandırıcı gelmesede buna rağmen memnun bir şekilde gülümsemişti.

"Sen nasıl diyorsan."

Anneme sahte bir gülümseme gönderip mutfaktan çıktım ve üst katta olan odama ilerledim. Dün gece okuduğum kitaba kendimi fazla kaptırıp odamdaki bazı kutuları hala yerleştirememiştim. Onları yerleştirmem iyi olacaktı ve zamanın biraz daha hızlı geçmesini sağlayacaktı.

Yerdeki duran küçük kutuyu kucağıma alıp yatağıma oturdum. Bu kutuya hatırladığım kadarıyla romanlarımı koymuştum. Kutunun kapağını açtım ve içindeki kitapları çıkardım. Kutuda başka bir şey kaldı mı diye bakarken kutunun altındaki beyaz şey dikkatimi çekmişti.

Bu bir fotoğraftı.

Babamın,benim ve bir erkek çocuğunun olduğu bir fotoğraftı bu.

Babamla olan tüm fotoğrafları yakmama rağmen bu fotoğraf kitaplarımın arasında kalmış olmalıydı. Bu bizim, elimde kalan son fotoğrafımızdı. Ne yapmam gerektiğini düşünürken aynı zamanda yanımızdaki çocuğun kim olduğunu düşünmeye başladım. Bu fotoğrafı ilk defa görüyordum üstelik.

No Love.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin