''sehun-"
''telefonumla ne yapıyorsun?'' sorusuna asla şaşırmamıştım doğrusu. hatta beklediğim ilk tepki buydu desem yalan da olmazdı. ancak her ne kadar bunu bekliyor olsam bile telaşa kapılarak elimdeki telefonu fırlatırcasına masaya koymuştum.
''ben, su öyle dökülünce yani telefonun ıslanmasın diye.." cümleme oldukça mantıklı başlamış olsam bile devamını getiremiyordum bir türlü. yalan söylemek bu kadar zor olmamalıydı? "anladın sen işte."
"anladım evet, sorun yok otur bir şeyler atıştırıp gidelim." ne ara ayağa kalkmıştım onu bile hatırlamıyordum açıkçası. bu yüzden bana verilen emire uyarak oturmuş, birkaç dakika öncesindeki gibi bir şeyler atıştırmaya devam etmiştim.
sehun oldukça iştahlı bir şekilde masaya gelen ne var ne yok bitirip ayaklandığında, sessiz kalıp ona ayak uydurdum. evine gideceğimizi söylediğinde bile ona karşı gelmemiştim. neden diye bile sormamıştım çünkü aklım hala o mesajlardaydı.
kısa süre içerisinde sehun'un evine gelmiştik. beyaz bir binaydı ve asansörle en üst kata çıktığımızda, sehun'un düzenli bir yaşantısının olması nedense şaşırtmıştı beni. gözümde çok alelade bir profil çizdiği için, tüm bunlar sehun'a uyan şeyler değilmiş gibi duruyordu. ancak kapının kilidini açması ve içeri girmemizle daha bir büyülendiğimi itiraf etmeliydim. dublex olan evi daha içeri girdiğiniz ilk andan beri oldukça güzel dizayn edilmiş ve en önemlisi de temiz bir haldeydi.
''evin güzelmiş.'' hayranlığımı dile getirirken hafiften gülerek bana cevap vermişti.
''öyledir, ben yukarıdayım. sen de takıl işte kafana göre. kendi evinmiş gibi." son cümlesine özellikle baskı yaparken, omuz silkerek salona girdim. gözüme ilk çarpan şey duvara montelenmiş olan raf ve o rafın üstünde ki çerçevelere eşlik eden biblolardı.
ağır adımlar eşliğinde rafa doğru gidip resimleri incelemiştim. içlerinden birisi dört tane yan yana oturan çocukların resmiydi, puslu olduğu için çocukların yüzlerini seçmek mümkün değildi fakat resmin hoş bir aurası vardı. bu yüzden sehun'a sormadan resmin fotoğrafını çekmiştim.
ne işime yarayacaktı veya neden yapmıştım bilmiyordum ama resimdeki çocuklar tatlı duruyorlardı.
ㅡ
''baş komiserim.. ben yani nasıl girsem konuya," dün yaşanılanlar sabah uyandığımda rüya gibi gelmişti. ilerleyen saatlerde ayrıntıları daha çok hatırladıkçaysa kafayı yememek için kendimi epey zor tutmuştum.
baş komiser baekhyun o kadar şey alıp benim evime gelirken, söylediklerim veya yaptıklarımın asla affedilir bir yani yoktu. haliyle tüm olanlar için özür dilemem gerekiyordu fakat nasıl yapabilirdim ki? sonuç olarak baş komiser baekhyun'dan haz etmiyorum ve söylediklerimin de sonuna kadar arkasındayım. hatta daha fazlasını da söyleyebilmek isterdim.
''akşama kadar seni bekleyemeyiz ri ta, ne söyleyeceksen söyle de işimize bakalım.''
''tabi evet, siz de haklısınız." birde şöyle üstünlük taslamaya çalışan tavırları yok muydu? daha da tahammül edilemez birisi haline geliyordu. "ben özür dilerim dün olanlar için."
''anlamadım?" bu adam cidden! evet sesim biraz kısık çıkmıştı belki ama duysa bile şu an kasıtlı olarak duymamazlıktan geldiğine emindim.
''baş komiserim-"
''bana bağırdın mı sen?'' az önce hiç çıkmayan sesimin desibelini şimdi de ayarlayamamıştım, çok güzel. adam zaten buluttan bile nem kapmaya müsaitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
you're the murderer | byun baekhyun
Fanfiction"seni saklayacağım." (kitap kapağı balaccie'nin büyü dükkanından satın alınmıştır.) ꖑbyun baekhyun fanfiction ©Yuceur d ü z e n l e n i y o r