1.6

1.2K 120 131
                                    

ruhsuz bir şekilde yataktan çıkmış, lavaboya doğru ilerleyip rutin işlerimi hemen halletmiştim. dünden sonra gram iştahım yoktu ki zaten sabah erken saatlerde de pek bir şey yiyebilen birisi değilken, kahvaltı faslını atlama kararı almıştım.

direkt ne giyeceğime karar verip hızla üstümü giyinmiştim çünkü daha çok vakit harcamam gereken ve bu yüzden işe geç kalmamam gereken başka bir işim vardı. elbette ağlamaktan şişmiş gözlerimi kamufle edebilmek. işime yarayan birkaç malzemeyi çekmeceden çıkartıp, ayna karşısında hızla ufak bir makyaj yaptıktan sonra saçlarımı gelişi güzel toplarak çıktım odamdan.

sessiz evde yalnızca benim adım seslerim varken, karakola gidecek olmak geriyordu beni. sanki adımlarım geri geri gidiyordu hatta. kafamda sürekli dün yaşanılanlar bozuk bir kaset gibi başa sarıp durmuştu. her defasında da kendime neden hiçbir şey yapmadın ri ta diye kızmıştım. ancak hemen peşinden de, ne yapmanın doğru olacağını sorguluyordum. böylesi ciddi bir meselede yapılacak olan hamlenin doğruluğu geriyordu beni. üstüne üstlük tüm bu yaşanılanlardan sonra sehun bırakmıştı beni eve. ikimizde tek bir kelime bile etmemiştik.

e tabi beni karakola gitmekten alıkoyan bir diğer şeyse, dosyaları henüz amir park'a vermemiş olmamdı. vermeyi de düşünmüyordum doğrusu malum henüz başkomiser baekhyun'un da hiçbir şeyden haberi yok. dolayısıyla ilk önce bu meseleyi onunla konuşup yapabileceğimiz bir şey var mı diye gözden geçirmeliydik.

tonla düşünce eşliğinde karakola geldiğimde, erken saat olduğu için başkomiser baekhyun'un odasında olacağını varsayarak, vakit kaybetmeden hemen kendi odama ilerledim. ceketim ve çantamı çıkartıp askıya astıktan sonra masanın hemen üstündeki dosyaları alarak başkomiserin odasına gitmek için çıktım odamdan.

başkomiserden bu olayın üstesinden gelebileceğine, davayı hiç vermeden geri alabileceğimize dahası bizde kalmaya devam edeceğine dair şeyler duymayı umarak tamamlamıştım yolu.

kapıyı birkaç kez tıkladıktan sonra, duyduğum "gel!" komutuyla birlikte girmiştim içeri.

başkomiser baekhyun her zaman ki gibi dosyalarla ilgileniyordu.

"günaydın başkomiserim, düne dair size bahsetmem gereken çok önemli bir durum söz konusu."

''dinliyorum." o kadar önemli diye baskılamama rağmen, yüzüme bile bakmamış, önündeki dosyalarla ilgilenmeye devam etmiş, üstüne üstlük ruhsuz bir sesle dinliyorum demişti. zaten gerginken başkomiserin bu tavrına karşı sinirlendiğimi hissediyordum.

"başkomiserim." sesim samimiyetten uzak ve oldukça baritonken, hala bana bakma zahmetine girmemişti. inat edip o başını kaldırıp bakana kadar seslenmeye devam ettim.

"ne var ri ta! ne söyleyeceksen söyle ve çık artık. tüm vaktimi sana ayıramam, tonla işim var görmüyor musun?" ani çıkışıyla olduğum yere mıhlanırken, birkaç kez gözlerimi kırpıştırıp kendime gelmeye çalıştım.

elimde sımsıkı kavradığım dosyaları, birkaç adımla yaklaştıktan sonra, masaya fırlatırcasına atmıştım. "buyurun." refleks amaçlı yakalamak için elini öne doğru savurduğunda, bileğindeki beyaz sargı gözüme çarpmıştı.

o şaşkınlıkla önüne attığım dosyalara bakarken, ben tamamen dağılan odağımla onun bileğine bakıyordum. nasıl olmuştu? canı acıyor muydu? iyi krem sürüp, güzelce sarmış mıydı?

"başkomiserim.. bileğiniz-" ben daha cümlemi tamamlayamadan elini masanın altına saklayıp odadan çıkmam için, oldukça kibar(!) bir dille kovmuştu beni.

odaya girdiğimden beri bir kez olsun benimle göz teması kurmamış, sanki hiçbir şey olmamış her şey yolundaymış gibi önündeki dosyalarla ilgilenmeye devam etmişti. bu boğucu atmosfere asla katlanamıyordum ama mecburdum.

you're the murderer | byun baekhyunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin