Pazar sabahına uyandığımda basan ateşten dolayı yanıyor gibiydim. Banyoya koşarak kendimi soğuk suyun altında buldum. Hem uyanmamı hem de donmamı sağladı. Hava o kadar sıcak değildi fakat dün akşamki etkiyi hala atabilmiş değildim.
Saçımı kuruttuktan sonra altıma şort geçirerek gerindim ve aşağı indim. Saat öğleye yakındı, annem çoktan uyanmış olmalıydı ve ya havuzdaydı ya da ona önerdiğim dizilerden birini izliyordu. Fakat mutfaktan gelen sesini duyduğumda oraya yöneldim.
İçeri girdiğim gibi konuştum: "Günaydın sultanım!"
"Günaydın." diyerek yanağımı öperek hafifçe sıktığında gözlerim buzdolabındaydı, soğuk sulardan birini şişesiyle mideme indirmeyi düşünüyordum. "Sımsıcaksın oğlum, bu ne hal?"
Su içerken ona doğru döndüm fakat hemen arkasında masanın etrafındaki sandalyelerden birine oturmuş Baran'ı fark etmemle şişe elimden kaydı ve ilk önce göğsüme, ardından da yere döküldü. Buz gibi su üzerimden kayarak şortumun üst kısmını ıslatmaya başladı fakat ben hala şokun etkisiyle Baran'a bakıyordum.
Gözleri kısa bir anlığına göğsüme değdi, ardından başını çevirerek eliyle ensesini ovdu. "Sana da günaydın."
"Ben sana günaydın demedim ki." diye homurdanarak aşağı eğildim ve şişeyi kaptım, kuru bezlerden birini alarak annemin bir şey demesine izin vermeden sildim. "Gül yüzünü sabah sabah görmeyi neye borçluyum?"
"Bulut, ters taraftan mı kalktın annem?" diye sordu annem, bir yandan da elini omuzlarıma koyarak oturtmuştu beni.
Ona, Baran'ın diğer aptallardan biri olduğunu söylemek istedim fakat nedense sessiz kaldım. Daha ikinci günden annemi üzme istemiyordum fakat bu Baran yavaş yavaş inime sızıyordu. Aklında bir şeyler olmalıydı. Vicdan değildi bu. Olamazdı.
Baran'a öfkeli bir bakış attıktan sonra anneme döndüm, konuyu değiştirmeye karar verdim. "Bugünkü planların neler?"
Tam o sırada telefonu çaldı, tam önümde durduğundan arayanın o adam olduğunu görmüştüm. Annem bir an bana baktı, başımı sallamamla gülümseyip telefonuyla içeri geçti.
Gittiğinden emin olduğumda mutfağın sürgüsünü çektim ve Baran'ın yanına yaklaşarak masaya eğilerek kollarımı yasladım. Bakışlarım onu sorgular gibiydi. Belki de giydiği beyaz tişörtün içini neden gösteriyor olduğunu daha çok sorguluyordum. "Ne işin var burada?"
"Sen hangi ara karın kası yaptın?"
"Hep vardı?" Başım sorusuyla geriye doğru irkildi, kaşlarım çatıldı. "Beni mi kesiyorsun yavşak?"
Oflayarak başını geri attı, iki elini de saçlarının arasından geçirerek gerindi. O an gerçekten de tişörtünün açıkta bıraktığı karnına bakmak istemedim ama... Allah affetsin, baktım. Omuzlarının genişliği ve kas yapısına rağmen benimki kadar belirgin karın kası yoktu.
"Sende niye yok?"
Anında eski haline dönerek ellerini indirdi, dudağının kenarı yukarı kıvrılmıştı sanki. "Kızlar daha çok kolla ilgileniyor."
Gözlerimi devirmekten son anda vazgeçtim. "Erkekler de karınla."
Yüzünü buruşturdu. "Bilmeme gerek yoktu."
Birden ayağa kalktı, önümdeki dikildiğinde neredeyse yaşam ışığımı kapatıyordu. Gözleri sağ göğsümde duran bir noktaya takıldı. Beresi olduğunu çok iyi biliyordum. Yanık izi.
O gün arkadaşlarından biri giydiğim tişörtün çok fazla eşcinsel havası olduğunu söylemişti. Ya onu çıkaracaktım ya da sokak arkasında onlarla bir randevum olacaktı. Giydiğim tişört çok normaldi oysa, aynı şu an Baran'ın üzerindeki gibiydi.
Sonrasında tahmin ettiğim oldu. Çıkışta kaçamadım. Dört tanesi beni yalnız yakaladı. Baran ise arkadan sigarasını içerek geliyordu. Bugün başka işleri olduğunu hatırlarmıştı diğerlerine, son anda kurtuldum derken arkadaşlarından biri elindeki sigarayı alıp gelişi güzel üzerime bastırmıştı. İsmi Tekin'di. Ve Baran, Tekin'e sağlam bir yumruk attı. Sigarasını daha bitirmediğini söyledi ve onu ensesinden tutarak geriye sürükledi. Diğerleri de onları takip etti.
Kolay kurtulmuştum, vücudumda geçen haftadan kalan morluklar vardı ve bir şey yanlışlıkla çarptığında bile sızlıyordu. Daha fazlasına dayanamazdım o hafta.
"Özür dilerim." dediğini duydum.
Dişlerimin arasından konuştum. "Git evine, Baran."
"Telafi etmek istiyorum." Yüzünde ciddiyet vardı. "Ne yapmam gerekiyorsa söyle, yapayım."
Kendimi durduramadan kahkaha attım, geri çekilerek kalçamı masaya yasladım ve ellerimi göğsümde kavuşturdum. "Gözlerim yaşaracak valla."
"Hadi ama!" Ellerini iki yana açtı. "Ciddiyim ben."
Annem sürgüyü açıp içeri girdi. Yüzümüzü inceledi. "Özel mi konuşuyordunuz? Böldüm mü?"
"Yok." diye cevapladım. "Kızlardan bahsediyordu. Çok da özel sayılmaz."
Annem kaşlarını kaldırarak Baran'a gülümsedi, bir yandan da gitmeden önce kırdığı yumurtaları çırpmaya başlamıştı. "Bana kızlardan hiç söz etmemiştin, Baran."
Baran, iki elini tezgaha yaslayarak annemin arkasını dönmesini fırsat bilip başını eğip bana kötü bir bakış attı. "Konu bir anda açıldı Yelda Sultan."
Bozguna uğramış gibi elimi kalbime götürdüm, anneme yalnızca ben sultan diyebilirdim. Onun ne haddineydi lan?
"Sana bir şey söyleyeyim mi Baran? Eminim Bulut arkadaşın olmasına rağmen bilmiyorsundur bunu." dedi annem, muzip bir sesle. Yumurtalar tavayla buluştuğunda çıtırdamalar oluştu. "Bulut kızlardan konuşunca aklıma geldi... Sakın onun zevkine güvenme. Özellikle de konu sarışın kızlar olunca."
Korku filmi gibiydi ardından gelen. Durduramadım ve ağır çekimde izledim.
"Ne kadar güzel olursa olsun sarışınsa onu hiç beğenmez. İlk önce yalnızca kızlarda sarı saçtan hoşlanmadığını sanmıştım. Su gibi bir erkek gösterdim ben de ona." İç çekti. "Olmadı. Sarışın fobisi var oğlumun. İlginç, değil mi?"
Baran'ın başı hafifçe bana doğru döndü. Ne düşünüyordu hiç okunmuyordu gözlerinden. Ama yakalanmıştım, hissediyordum. "Çok ilginç."