Hyeri'den"Ne taraftan?" "Sağ." "Hayır sol." Boş boş suratıma baktı. "Niye soruyorsun o zaman?" Omuz silktim. "Soldan gidelim." "Sağ dedim." "İyi, ben soldan gideceğim." "Ne halin varsa gör."
Ben sola sapınca geleceğini düşünmüştüm fakat yaklaşık on dakikadır ormanın içinde tek başıma yürüyordum. Resmen koskoca ormanın içinde beni tek bırakıp gitmişti. Bu kadar mı umurunda değildim yani? Dolan gözlerimle önümdeki taşları itekleye itekleye yürümeye devam ettim.
"Kim Taehyung, senden nefret ediyorum!"
Sinirle elime gelen taşı rastgele fırlattım. Bu salak yerde telefon bile çekmiyordu üstelik.
"Benim de sana bayıldığım söylenemez."
Şaşkınlıkla arkamı döndüm. "Sen nereden çıktın?" Umursamazca omuz silkti. "Yol buraya çıktı." Sen onu benim külahıma anlat Taehyung. Beni yalnız bırakamayıp gelmişti işte.
"Çiçeği buldun mu?" Ah, doğru ya! Çiçek! Bay Kim bizi çiçeği bulalım diye göndermişti buraya. "Hayır." Diye yanıtladım kısaca. "Bulsan şaşardım zaten." Gözlerimi devirdim. "Sen de bulmamışsın." "Çiçeklere alerjim olduğunu ve yaklaşamadığımı bildiğini sanıyorum." "Yanlış. Unutmuşum, seninle ilgili her şeyi unuttuğum gibi." Ne harika yalandı ama.
Çok kısa bir an durup yüzüme baksa da yürümeye devam etti. Ne düşündüğünü anlamak o kadar zordu ki kafayı yiyecektim. "Nereye gittiğimizi biliyorsundur umarım. Sol diye tutturdun ya?" Aslında...bilmiyordum. "Tabii ki biliyorum. Hatta şu taraftan." Umarım vahşi hayvanlar tarafından yenmezdik.
Yaklaşık yirmi dakikadır öylece yürüyorduk ve lanet olası çiçek hiçbir yerde yoktu. Üstelik ben artık nerede olduğumuzu bile bilmiyordum. "Taehyung," dedim olduğum yerde durup bıkkınlıkla "ben çok yoruldum, hava soğumaya başladı ve yolu bilmiyorum." O da durmuştu.
Gözleri üstümde gezinirken ben de kendime bakma ihtiyacı hissettim. Kot şortum ve düz beyaz tişörtüm normaldi. Üstündeki kot ceketi kucağıma atınca kaşlarımı çattım. "Bu ne?" "Herkese yaparım, alınma." Alınmaymış, aptal. "Alınmam merak etme. Her ceketini vereni yanlış anlasaydım..." Kafasını yana yatırıp güldü alayla. "Aynen." Bu çocuğu öldürecektim.
"Taehyung biraz ciddi olur musun, kaybolduk diyorum!" "Yürüyoruz işte ne yapayım?" Sinirle ofladım. Dalga mı geçiyordu benimle?
Jungkook ve Jimin aradıkları şeyi bulmuş muydu acaba? Tamam, biz ve onlardan daha önemli bir sorunumuz daha vardı; Jinyoung ve Yugyeom yaşıyor muydu?
Aniden gelen çatırtılarla gözlerim büyüdü. Al işte! "Ya ayıysa! Öleceğiz!" Dehşet dolu sesimin ardından bana baktı. Hava yavaş yavaş kararıyordu. Bu kadar umursamaz olması sinirimi bozuyordu. Dolan gözlerimi yüzüne çevirdim. "Sana diyorum!" Ani çıkışımla durdu.
Gayet sakin bir şekilde kollarımı tutup kendine çevirdi bedenimi. "Yanındayım ve korkuyorsun...önceden böyle değildi." Dolu gözlerime tezat bir şekilde alayla güldüm. "Dediğin gibi önceden. Sen her şeyi batırmadan önce. Sen beni mahvetmeden önce. Acımasızca, dinlemeden! O kadar değersiz ve iğrençmişim ki gözünde sana olan hislerimden nefret ettim ben. Hala yanındayım korkma diyorsun. Sana dair hiçbir güvenim, inancım yok artık."
Ben bir şeyler söylemesini beklesem de sustu sadece. Önüme dönüp yürümeye başladım. Delirecektim, ormanın içinde kalmıştık resmen. Birden elimden tutunca bakışlarım ona döndü. "Ne yapıyorsun!" "Sus." Benim gittiğim yönün tersine gidiyordu. "Elimi bıraksana!" "Sana diyorum!" "Zorba mısın nesin ya!" "Kim Taehyung elimi bırak!" "Sus dedim." Kaşlarım havalandı. "Ne sanıyorsun sen kendini?"