"Jungkook sen kafayı mı yedin?" "Yedim." Bir kaç saniye boş boş yüzüne baktım. "Aç şu kapıyı." "Açamam." Off! Resmen kapıyı üstümüze kilitleyip anahtarı camdan aşağı atmıştı. "Sende yedek vardır! Aç şunu." "Yok." Gözlerimi devirdim. Yedek anahtarın onda olduğuna adım kadar emindim. "Var." "Gel de ara istersen." Aptal fırsatçı. Derin bir nefes alıp yanına yaklaştım. "Arayacağım ama rahat duracaksın." "Tamam."Pantolonunun ön ceplerinde yoktu, arka ceplerinde de yoktu. Üstündeki beyaz tişörtün cebi olmadığına göre...off! "Cidden yok mu?" "Yok Jimin." "Niye böyle saçma bir şey yaptın söyler misin?" "Çünkü benden kaçıyorsun." "Kaçmıyorum." "Ne yapıyorsun?" "Seni görmek istemiyorum." "Üzgünüm o zaman tüm gün beraberiz." Sinirle koltuğa ilerledim. "İyi. Ben de tüm gün telefonumla uğraşırım. Beni rahatsız etme."
Evet, tam olarak bir saat dört dakikadır ben telefonla uğraşıyordum Jungkook da beni izliyordu. En önemlisi sıkıntıdan ölecektim. "Daha ne kadar burada kalacağız?" "Sen inadı bırakıp benimle konuşana kadar." "Konuşacak bir şey yok." Bir şey demek yerine yanındaki yastığı kucağına alıp beni izlemeye devam edince rahatsızca kıpırdandım. "Tüm gün beni mi izleyeceksin?" "Evet." Tanrım...cidden çıkamayacaktık sanırım buradan. Yerimden kalkıp karşısına oturdum. "İyi, ben de seni izlerim o zaman. Tüm gün bakışırız öylece." "Bana uyar."
Çığlık atmak istiyorum. İnadına on dakikadır öylece bakışıyorduk. Tanrı aşkına her insan böyle bir durumda sıkılırdı ve o sıkılmıyordu. Birden ıslanan yanağını görünce gözlerim büyüdü. "Ne oldu ya?" "Jimin," "Efendim?" "barışsak ya artık?" Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Bunun için mi ağlıyorsun?" "Hayır sadece..." sıkıntıyla nefesini verdi. "sadece ben artık sana sarılmak istiyorum. Ağladım çünkü çok güzelsin, gördüğüm en güzel şeysin. Aramızda bir adım var ama elimden gelen tek şey öylece seni izlemek." Tamam, artık bir cevap vermeliydim sanırım.
"Bir daha gidersen?" Beklemediği soruyla afalladığı anlaşılıyordu. Ki ben de hiç böyle bir şey düşünmemiştim bile, birden çıkmıştı ağzımdan. Panikle kafasını iki yana sallayıp yanıtladı. "Gitmem, gitmeyeceğim. Gerçekten! Yemin ederim." Çabası beni güldürmüştü. Kucağıma alıp sevesim geliyordu.
Kollarımı boynuna dolayıp pembeye yakın saçlarına küçük bir öpücük bıraktım. "Pembe yakışmış." "Jinyoung'un işi!" Şu an...o kadar sıkı sarılıyordu ki kemiklerim iç içe geçmişti sanırım. "Jungkook...kemiklerim kırılacak." Anında kollarını gevşetti. "Üzgünüm. İyisin değil mi?" İlk mesaj attığımda dünyanın en sinir bozucu insanı olan Jungkook'un şimdi bu kadar sevimli bir şeye dönüşeceğini kim tahmin edebilirdi ki? "İyiyim Jungkook."
Öylece kafasını omzuma yaslamış sakince oturuyordu. Tanrı aşkına ne olmuştu buna...Dövmeli sert çocuk gitmiş yerine küçük bir bebek gelmişti sanki. O an gözüme kolundaki diğer dövmelerden pek belli olmayan 'jimin' yazısı çarpınca kıkırdadım. "Ne oldu?" "Dövmen çok komik." "Hangisi?" "Jimin yazan." O da güldü. "Böyle bir şey yaptıracağım aklımın ucundan bile geçmezdi." "Salak gibi sarhoş olursan böyle olur." "O kafayla tam göğsümün üstüne kocaman yazdırmadığıma dua etmelisin." Gülmeye başlamıştım çünkü fazla komikti. "Düşünsene tişörtü birden bir çıkarıyorsun kocaman Jimin yazısı, ömür boyu buna gülerdim sanırım."
Ben gülmemi yeni durdurmuşken titrek bir nefes verdi. "Barıştık yani?" Boştaki elimi saçlarına çıkardım. "Barıştık." Ardından alayla devam ettim. "Ama bu boşu boşuna trip atmayacağım anlamına gelmiyor." "Alıştım."
"Yugyeom'un dediği şey doğru muydu?" "Hangisi?" "Ağladığın..." Omuzuma yaslı olduğu için yüzünü göremesem de kızardığına emindim. "Bu nereden çıktı?" "Aklıma geldi." "Tablo çok güzel değil mi?" "Hangi tablo?" "Duvardaki." Duvarda tablo yoktu? "Konuyu değişme! Duvarda tablo falan yok. Ağladın mı cidden?" Meraklı sesime karşı gayet düz bir sesle yanıtladı. "Ağladım." Gülmemeliyim. "Cidden Jimin çok güzel diye ağladın yani?" Sıkıntıyla nefesini verdi. "Evet, Jimin. Ağladım diyorum ya."