"Gidelim." Of! Oyun görünce başka bir şey düşünemez oluyordu. Dışarıya kurulan yeni bir oyun standında yarım saattir bekliyorduk, daha doğrusu ben bekliyordum Jungkook başka hiçbir şeyi düşünmeden oyun oynuyordu. "Jungkook!" Jinyoung geç kaldığımıza dair saniyede elli mesaj atıyordu zaten.En sonunda çocuk gibi tişörtünü çekiştirmeye başladım. "İki saattir buradayız, yemek yemek istiyorum artık." Aldığım tek cevap öylesine bir mırıltıydı. Hafifçe yükselerek boynuna yaklaşıp öptüm yavaşça. "Acıktım." Elindeki oyun kolunu bırakıp şaşırmış ifadesiyle bana dönünce fırsat bu fırsat diyerek yola doğru çektim.
"Sonunda bıraktın şunu!" Kolunu omuzuma atınca omuzumdan sarkan elini tuttum. "Uzun zamandır beklediğim oyundu, kaptırmışım. Keşke devam etseymişim güzel şeyler yapıyordun." Gülerek gözlerimi devirdim. "Arada başka masum şeyler de düşün." "Sürekli seni düşünürken pek masum kalamıyorum..."
"Hey!" Yalandan bir sinirle koluna vurdum. Fazla açık sözlüydü. Bedenimi kendine çekip bir kaç dakika sarıldı sıkıca. "Sen benim her şeyimsin." "Ağlatma, tavşan."
Yüzümü ellerinin arasına alıp farklı yerlerine küçük öpücükler kondurmaya başlayınca yüzümde istemsiz geniş bir gülümseme oluştu. Güldüğüm için kısılan gözlerim görüşümü zorlaştırıyordu. İç geçirdikten sonra yavaşça gözlerimi öptü. "Hep böyle gül sevgilim."
"Zor olmuyor mu dünyanın en harika, en iyi, en güzel, en yetenekli, en mükemmel insanı olmak?" "Yani, arada zorlukları oluyor tabii."
Kısa bir yürüyüşten sonra sözleştiğimiz kafeye varınca dördünün de oturduğu geniş yuvarlak masaya ilerledik. "Selam!" "Açlıktan masayı kemirmeye başlayacaktım." "Jungkook oyun tanıtımı yapan bir yer gördü, zor ayırdım."
Masaya gelen garson herkesin siparişini alıp gidince gergin duran Hyeri ve Taehyung'a baktım. "Size ne oldu?" "Bir şey olmadı." "Aynen hiçbir şey olmadı. Taehyung'un saçmalıkları dışında." Üstelesem kavga edeceklermiş gibi gözüktüğü için susmaya karar verip odağımı Jungkook olarak değiştirdim. "Aşkım, aşkım, aşkım."
Yüzünde oluşan gülümsemeyle mırıldandı. "Hmm?" Fazla sevimliydi. "Sıkılmıyor musunuz ya sürekli birbirinize sırnaşmaktan?" Dudaklarımı büzdüm düşünür gibi. Bizim gibi birbirinin tepesinden inmeyen bir çift görsem aynı şeyi düşünürdüm sanırım. Sıkılmak değil, şu an bile özlüyordum hatta. Garip bir histi.
"Sıkılmıyoruz Jinyoung." Ben bir şey demeden Jungkook cevaplamıştı bile. "Bak Taehyung'uma hiç yapıyor mu öyle romantiklikler?" Hyeri sinirle araya girince gülmemizi bastırmak zorunda kalmıştık. "Aynen bakın Taehyung'a, hiç yapıyor mu öyle şeyler. Hiç yapmaz, ölse yine yapmaz. Yapmaz yani, ben kimim ki zate-" Taehyung birden Hyeri'yi kendine çekince susmak zorunda kalmıştı. "Böyle daha iyi." "Gerizekalı."
Yemekler gelir gelmez kendi tabağımı önüme çektim. Açlıkta Jinyoung ile yarışabilirdim şu an. "Jimin masayı bırakırsın umarım." "Ne?" "Masayı diyorum yiyeceksin birazdan." "Lokmalarımı mı sayıyorsun Jinyoung?" "Saysam şu an baya milyonlara çıkmıştım." Düz sesiyle arkasına yaslanıp konuştu Jungkook. "Sanane bundan Jinyoung? İsterse masayı yer, sanane?" Ağzım doluyken kafamı salladım. "Evet, sanane." "Yine birleştiniz ya! Dalga bile geçemiyorum artık." "Geçme."
"Kalkalım mı?" Kulağıma mırıldanan Jungkook'a döndüm yavaşça. "Yeni geldik ama?" "İyi hissetmiyorum..." Kaşlarımı çatıp elimi yüzünde gezdirdim. Ateşi olmasa da kızarmış yanaklarını görünce ayağa kalktım. "Biz gidiyoruz, görüşürüz." Gülerek el salladım dördüne.
"İyi misin sen?" "İyiyim." Pek inandırıcı olmasa da ısrar etmek yerine kızarmış yanaklarını öpüp geri çekildim. Elimden gelseydi de bir şeyler yapıp hep iyi olmasını sağlayabilseydim keşke. "Bir şey ister misin?" "Yanımda kal." Üç gündür kendi evime gitmesem de böyle ayrılamazdım. "Seni böyle bırakmayacaktım zaten."