Soğuk, acı bir tokat gibi çarpıyordu yüzüme. Belki de biraz önce doktorun söyledikleri bir tokat etkisi yaratıyordu, kim bilir?
Hastaneden duygusuz bir biçimde çıktım. Kafam allak bullak, bir o kadar da karmakarışıktı. Hiçbir şey düşünemiyor, hissedemiyor ve hiçbir şeye tepki veremiyordum. Kendime gelmeli ve hayatıma devam etmeliydim. Hem de en kısa sürede..
Eve gelir gelmez elimdeki dosyayı masanın üstüne bıraktım. Montumu bile çıkarmadan kendimi koltuğun üstüne attım. Bugün fazla bir iş yapmamıştım ama psikolojik olarak bir anda çökmüştüm işte. Gözlerimi kapamamla sızmam bir olmuş. Zilin sesiyle uyandım. Yarı uykulu bir şekilde kapıyı araladım. Gelen karşı komşum Aysel’di. Hoş bir fiziği ve güzel saçları vardı. Dolgun kalçasına oranla ince bir bele sahipti. Birkaç kez benden hoşlandığını düşündüm ama üstünde pek kafa yormadım. Bu saatten sonra bir önemi de yoktu zaten.
“Merhaba Aysel.”
“Teoman Bey sizden bir şey isteyecektim ama yeni geldiniz sanırım.”
“Yo, ne alaka?”
“Montunuz daha üstünüzde de..” dedi çekingen bir şekilde.
“Ha, yok. Sen bakma bana. Evet, seni dinliyorum.”
“Teoman Bey benim odamın ampulü patlamış da, onu değiştirebilir misiniz diyecektim.”
Çekingenliği hala üstündeydi. Ortamı yumuşatma amaçlı gülümsedim.
“Elbette değiştiririm ama lütfen bana Teo de, Teoman değil.”
“Peki, tamam.” dedi sırıtarak.
“Uğrarım birazdan, görüşürüz.”
Kıza cevap hakkı tanımadan kapıyı yüzüne kapatmıştım. Masada duran telefonuma uzandım. Yedi cevapsız arama. Tam kimden olduğuna bakacaktım ki; telefonum bir kez daha çaldı.
“Ne var la?”
“Nerdesin abi ya? Deminden beri sana ulaşmaya çalışıyorum.”
“Uyuyordum lan. Sen niye aradın beni?”
“Seninle konuşacaklarım var. Köfteye ne dersin?”
“Sen ısmarlayacaksan ben varım.”
“Tamam bendensin bugün. Ne zaman buluşuyoruz?”
“Bir saat sonra her zamanki yerde.”
“Tamam görüşürüz.”
Telefonu kapatıp kafamı arkaya bıraktım. Gözlerimi ovuşturarak yerimden doğruldum. Üstümü değiştirmeme gerek yoktu. Ayakkabılarımı giydim. Bağcıklarını bağlamadan karşı dairenin ziline davrandım. Elimi zile atmamla kapının açılması bir oldu. Aysel’i ilk defa böyle görüyordum. Vücut hatlarını kavrayan parlak kırmızı elbisesi diz üstüne geliyordu. Göğüs dekoltesi ve makyajı onu dört-beş yaş daha büyük göstermişti. 24 yaşındaki bir kızın büyük gözükmek gibi bir çabası olmamalıydı bence. Kendinden on yaş büyük birini etkilemeye çalışmıyorsa tabii..
“Selam.” dedi yüzünde kocaman bir gülümsemeyle.
“Merhaba.” diye karşılık verdim tebessümle.
“İçeri girsene.”
Ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim. Bu daireye ilk girişimdi sanırım. Kapıdan girince büyük bir odada buldum kendimi. Vestiyerin yanından geçtikten sonra sağa döndüm. İçgüdüsel olarak yaptığım bu davranış beni oturma odasına yönlendirdi. Karşımda büyük bir özenle süslendiği belli olan bir masa belirdi. Kırmızı mumlar gümüş şamdanlarda asaletle yanıyor, yemekler kokularıyla çok farklı bir ahenk oluşturuyorlardı. Loş ışık; ortama mükemmel bir romantizm katmıştı. Aklımdan geçenlerin olmamasını dilerken düşüncelerim Aysel’in sesiyle dağıldı:
“Teo..”
“Nerdeydi bizim patlak ampul. Biraz acelem var da.” Bu cümlemle Aysel’in beti benzi atmıştı.
“Aslında patlak ampul falan yok. Ben seninle baş başa bir şeyler yemek istemiştim.”
Aysel’e doğru ağır ağır yürüdüm. Kafasını avuçlarımın içine aldım. Onu öpeceğimi sanmış olmalı ki gözlerini kapattı. Yüzünü açığa çıkaracak şekilde saçlarını kenara ittim. Bir süre o pozisyonda yüzünü inceledim. Şekilli dudakları, uzun kirpikleri ve güzel bir burnu vardı. Gözlerini araladığında şu sözleri sarf ederek onu burnundan öptüm:
“Aysel’ciğim, benden hoşlanıyor olabilirsin ama bunu kendine yapma. Benim gibi bir adamın peşinden gitme. Gençsin, güzelsin, üstüne bir de Tıp okuyorsun. Hayatında benden çok daha iyileri olacaktır. Buna emin ol.”