Telefonumun rahatsız edici alarmıyla uyandım. Bugün pazartesiydi ve dükkana gitmem gerekiyordu. Ufak bir müzik aleti dükkanım vardı. Akordeondan tutun; yan flüte, elektro gitardan tutun; çelik üçgene kadar her türlü müzik aleti mevcuttu. Birkaç kez daha büyük bir yer kiralamak aklımdan geçti ama fazla üstünde durmadım. Depo niyetine kullandığım basık, loş ışıklı bu arka odada eski plaklar ve kitaplar vardı. Köşeye attığım ikili kanepenin üstüne uzanıp kitap okur ya da şarkı dinleyerek uyuklardım. Bu odaya kimseyi sokmuyordum. Sebebini hiçbir zaman anlayamadım ama sanırım içindekilerden dolayıydı. Plaklar annemden kalmaydı ve benim için çok değerlilerdi. Kanepe ise Onur’la aynı evde kaldığımız üniversite zamanında aldığımız ilk eşyalardan biriydi. Bu oda bana geçmişi hatırlatıyor, bir yandan hüzünlenirken bir yandan da güzel bir hayat geçirdiğim için mutlu ediyordu.
Yolda giderken bir pastanede durup sıcak simit ve poğaça aldım. Dükkana vardığımda çırak çoktan kepenkleri kaldırmış, çayı koymuştu. Eren 17 yaşında, uzun boylu, babasıyla beraber yaşayan cesur bir gençti. Cesurdu çünkü; bana göre her çocuk okulu bırakıp, alzheimer hastası olan babasına bakmayı göze alamazdı. Annesini bundan 5 yıl önce kaybedip hayata küsmüştü. Tutunacak bir dal ararken bu ufak ama onun için sıcak bir yuva haline gelen yeri görmüştü. “Ne iş olsa yaparım abi. Elimden her iş gelir. Gelmezse de hemencecik öğrenirim.” diye dükkana dalmış, hararetli ve umut dolu gözlerle içimi parçalamıştı.
Şimdi buradan kazandığı maaşla babasını iyi etmeye çalışıyor, bir yandan da açık lisede okuyordu. Ona gitar çalmayı öğretmiştim. Üniversiteyi kazanamayacak olsa da girer bir barda çalardı. Kazanacağından emindim çünkü gözlerindeki ışıktan ve kendinden emin ses tonundan çok zeki bir çocuk olduğu anlaşılıyordu.
“Günaydın Teoman abi.” dedi ben içeri girerken.
“Günaydın Eren. Nasılsın bakalım?”
“Her zamanki gibi işte abi. Dün babamın ilaçlarını almak için hastanedeydim. Ondan önceki gün de dersim vardı.”
“Ne dersi?” dedim meraklı bakışlarla.
“Gitar dersi. İki zengin ailenin çocuklarına gitar öğretiyorum.” diye karşılık verdi mahcup bakışlarla.
“Sen olayı aşmışsın Eren.” Sırıtarak yaptığını tebrik ettim. “Aferin sana.”
“Sağ ol abi. Sen olmasan bunların hiçbiri gerçekleşmezdi.”
Bana şükran dolu gözlerle bakarken elimdeki poşeti aldı. Masaya geçerek çayların gelmesini bekledim. Yarım saat sonra Eren’le olan kahvaltımızı bitirip günü akışına bıraktık.
Birkaç satıştan sonra akşama doğru Eren’i yanıma çağırdım.
“Buyur abi.” dedi sakin bir tavırla. Bugün oldukça yorulmuştu.
“Eren sana bir haberim var. Bir süreliğine Ankara’ya gidiyorum. Benim yokluğumda bu dükkan sana emanet. Müşterilerin hepsini tanıyorsun zaten. Senin için de, onlar için de sıkıntı olmayacaktır. Her ne olursa olsun ben yoksam burası senindir. Anladın mı?” dedim ciddiyetle.
“Anladım patron. Ne zaman gideceksin?”
“İki güne kadar yola çıkarım. Hadi ben şimdi eve gidiyorum. Valizimi hazırlarım falan filan. Sen kapatırsın dükkanı. Alışman lazım artık.” Göz kırparak gülümsedim. Askılıktan montumu alarak motoruma atlayıp evimin yolunu tuttum.