Evi yeniden kilitleyip dışarı çıktım. Havanın soğukluğu az önceki yaşadıklarımın yanında bir etki bırakmıyor, kendini hissettiremiyordu. Bir taksi çağırıp Sefa’nın yanına gitmeye karar verdim.
...............................................................................
“Beyefendi, içeri öylece giremezsiniz.”
“Hadi canım.”
“Lütfen ukalalaşmayın. Yoksa güvenliği çağıracağım.” Sekreter ciddi bir tavır almıştı.
“Pekala. Numaranı alıp içeri gireyim o zaman.” Ukala bir tebessümle masasının karşısındaki sandalyeye çöktüm. “Bu Pazar boş musun? Değilsen bile ben senin yerine izin alırım merak etme.” Göz kırparak kendimi daha da soğutuyordum. “Rica etsem Sefa Bey’e benim geldiğimi söyler misiniz?”
“İsminiz nedir?” dedi büyük bir bıkkınlıkla.
“Zeus.” Bu yanıtım bana tuhaf gözlerle bakmasına sebep olurken benim çok eğlendiğim sırıtmamdan belli oluyordu.
“Sefa Bey, burada adının Zeus olduğunu iddia eden manyak bir adam var. Attırmamı ister misiniz?” Ahizenin diğer ucundan gelen cevap onu memnun ettirmemişti. “Burada bekleyin. Birazdan gelecek.”
Önüme dönüp masanın üstündeki dergilere bakmaya başladım. Bir süre sonra kapı açıldı ve içeriden yaşlı bir adam çıktı. Adamın geçip gitmesini izledikten sonra kafamı yeniden dergilere çevirmemle üstümde bir gölge hissetmem bir oldu. Kafamı dergilerden kaldırmadan:
“Sefa biraz kenara çekilir misin? Işığımı kapatıyorsun da.” Bu cümlem yan tarafımda duran sekreterin bir hayli şaşırmasına sebep olmuştu. Elimden derginin alınmasıyla kafamı kaldırdım. Büyük bir gülümsemeyle bana bakan Sefa’ya bende gülerek karşılık verdim. Ayağa kalkınca aynı anda birbirimize sarılmıştık. Yılların getirdiği bu özlem ikimizde de bu hareketi yapma ihtiyacını doğurmuştu.
“Hadi odama geçelim.” dedi Sefa.
“Tamamdır.” diye karşılık verdim. “Bize iki şekerli kahve canısı.” Sekretere dönüp öpücük atmıştım. Ağzı açık kalan sekreter Sefa’dan bir tepki beklerken onun gülmesiyle kalakalmıştı.
............................................................................................
“Hiç değişmemişsin, biliyor musun?” dedi Sefa. “Dışarıdan hala ukala ve kendini beğenmiş gözüküyorsun.”
Kahvemden büyük bir yudum alarak gülümsedim.
“Ama hala mükemmelim.”
“Tabi tabi.” diye karşılık verdi gülerek.
“Hayat nasıl gidiyor?” dedim ciddi bir şekilde.
“Hayat güzel gidiyor ya. Davalar, arkadaşlar, karım derken yaşayıp gidiyorum.” Masasındaki çerçeveye çabucak göz attı. O kaçamak bakışı yakalayarak hemen çerçeveye davrandım. Fotoğrafa bakarken direkt olarak karısını görmeyi umuyordum. Gördüğüm resim karşısında biraz duraksadım. Karşımda kahvesini köpürdeterek içen Sefa bana bakıp pis pis sırıttı.
“Çok adi bir herifsin.” Çerçeveyi yerine bırakıp kahvemi elime aldım.
“Neden? Lise yıllarımızı hala çerçevelerle ölümsüzleştirdiğim için mi?”
“Hayır, beni kandırdığın için. Karının olduğu bir resmi alabilir miyim lütfen?” Aceleci bir tavırla elimi ona uzatmış, sallıyordum.
“Tamam, tamam.” Bunu derken bile hala gülüyordu. Aramızdaki şakalaşmaları hatırlayarak fotoğrafı elime aldım. Biraz uzun suratlı, kumral ve kısa saçları olan, renkli gözlü bir kadındı. İlk başta; bana garip gelen bir yanı olduğunu düşündüm. Karısının suratına uzun uzun bakarken dikkatimi bir şey dağıtıyordu. Sefa’nın fotoğrafı bir çırpıda elimden almasıyla kendime geldim.
“Kim bu çirkin şey?” dedim ciddiyetle. “Adı ne? İsimden kazansa bari.” Kahvemden bir yudum daha aldım.
“Ne çirkini oğlum? Gayet güzel işte. Hem sen kimsin ki benim karımı beğenmiyorsun?” Benim ciddileşmemle Sefa da birden ciddiyete bürünmüştü.
“Şaka yapıyorum abi. Sakin ol.” diye karşılık verdim gülerek. “Hemen de sahiplenirmiş karısını.”
“Tabi ki sahipleneceğim. Hayatımın anlamı o. Bir tanesi de yolda.”
“Kuma mı alıyorsun? Hangi devirde yaşıyoruz oğlum?”
“Saçmalama. Baba oluyorum ben. Senin hiçbir şeyden haberin yok tabi. Ankara’dan ayrılmanla bizden kopman bir oldu.” Yıların içinde biriktirdiği sitemi şu an kusacak gibiydi.
Bir karşılık verememiştim. Sahi onlardan neden kopmuştum? Bu sorunun cevabını bende bilmiyordum. Omuz silkerek kahvemin dibini gördüm. Konuyu değiştirmek istercesine:
“Kız mı, erkek mi?” diye sordum.
“Kız.” diye karşılık verdi çocuksu bir sevinçle. Az önceki halinden eser yoktu.
“Adını ne koyacaksınız?”
“Karar vermedik daha. Bir önerin var mı?”
“Mavi.” dedim sakinlikle. “Bir kızım olsaydı adını mutlaka Mavi koyardım.”
Yerimden kalkarak kapıya yöneldim. Sefa’nın da ayaklanmasıyla odadan çıktık. Kapının açılmasıyla sekreter kafasını kapıya yöneltti. Bana aşağılayıcı bakışlarla bakarken aynı anda Sefa’ya saygıyla bakıyordu. İğneleyici bakışlarına aldırmadan bürodan çıktım. Hava kararmaya başlamıştı ve sert bir rüzgar esiyordu.
“Nereye gideceksin şimdi? Kalacak bir yerin var mı?”
“Aslına bakarsan yok. Eski evde de kalmak istemiyorum. Bir otelde falan kalırım herhalde.”
“Ne oteli? Ben ne güne duruyorum burada?”
“Seni ve karıcığını rahatsız etmek istemem açıkçası.” dedim gülerek.
“Saçmalama. Bekle beni, içeriden çantamla montumu alıp gelirim.” Kapıyı açıp dışarı çıkarken ayağımı kapının önüne koydum. Sırtım soğuk rüzgarla bütünleşirken yüzüm sıcakla vedalaşmaya hazırlanıyordu.