Gece ilerlerken Nagi, Burak, Ezgi ve Hilal içmeyi bırakmışlardı. Geri kalanlarımız yüksek sesle kahkaha atmaya, kendi aramızda şarkılar söylemeye başlamıştık. Sarhoş değildim ama olma yolunda ilerliyordum. Saat gece yarısına geliyordu. Tüm gece boyunca büyük ihtimalle benden çekindiği için pek az konuşan Gizem alkolün etkisiyle coşmuş, kendi yaptığı esprilere yüksek sesle gülüyor ve bir şarkıdan bir şarkıya atlıyordu. Bizlerse nedenini bilmeden kendi halimize gülüyorduk.
Bir süre sonra ayağa kalktım. Yalpalaya yalpalaya Gizem’in sandalyesine doğru ilerledim. Ağzımın içinde bir şeyler geveleyerek onu dansa kaldırdım. İkimizde ne yaptığımızı bilmiyorduk ama bundan zevk alıyorduk. Sahnenin önüne gelerek elimi Gizem’in beline attım. O da kollarımın altından ellerini omzuma koydu. Yanımızdaki solistin bizlere bir alkış istediğini duydum. Bir ara gözlerimizin buluşmasıyla sarhoşluğumuzdan arınmış gibiydik. Onun o koyu kahverengi gözlerinde kendimi değil beraber geçirdiğimiz yılları, anıları, kahkahaları ve hüzünleri görünce sakinleşmiştim. Aynı şeyleri o da görmüş olmalı ki elleri yavaşça omuzlarımdan kaydı. Şarkının sonuna doğru gelen bu etkileşim ayrılmamızı sağlamıştı. Gizem arkasını dönerek yerine giderken bende hiç içmemişim gibi sahneye çıktım. Mikrofonu elime alarak konuşmaya başladım:
“Öncelikle bu güzel sesin sahibine tebriklerimi iletiyorum.” Bunları söylerken şarkıcı bayanın elini öptüm. “Ardından kendisinden bir istekte bulunacağım. Acaba benimle bir düet yaparlar mı?” Mikrofonu kendisine doğrulttum ve gelen yanıtla biraz çekindim:
“Bence ben biraz dinleneyim, siz de sahnede devleşin.” Bana fırsat bırakmadan sahneden inmişti. Kafamı arkadaşlarıma çevirdiğimde bir alkış patlattılar. Gizem’le göz gelince onun en sevdiği şarkıyı söyleyemeye karar verdim: Fikret Kızılok’tan Gönül.
Şarkıyı söylerken istemsiz olarak sürekli Gizem’e bakıp durmuştum. En sonunda gözlerini benden kaçırmayı bırakıp kafasını Burak’ın omzuna yaslayarak masayı seyretmeye başladı. Sahneden indiğimde alkış seslerine karşı bir selam vererek yerime geçtim.
“Süperdin.” dedi Nagihan.
“Hiçbir şey kaybetmemişsin.” diye devam etti Emin. “Gerçekten çok iyiydin.”
“Eyvallah.” Gülümseyerek ve biraz da mahcup bir şekilde bardağımda ki rakıyı tazeledim.
Ertesi sabah biraz sararmış ve sertleşmiş olan eski yatağımda uyandım. Bir süre daha yatağımda kalarak dün geceyi ve neler olduğunu hatırlamaya çalıştım. Başım fena halde zonkluyordu. Saçlarımı kafamın arkasına atarak doğruldum. Yataktan kuvvet alarak kalktım ve banyoya gittim. Musluğu açıp yüzümü yıkarken sol elmacık kemiğimin üstünde bir ağrı hissettim. Kafamı kaldırarak aynaya baktığımda bir şokla kendime geldim. Dün gece neler olduğunu yavaş yavaş kavrıyordum ki başıma bir sancı daha girdi. Daha fazla dayanamayıp köşede ki eczaneden bir ağrı kesici aldım. Yüzüme tuhaf tuhaf bakan eczacı kadına aldırmadan Sefa’ların evinin yolunu tuttum. Ayağımda botlar, üstümde pijama, tişört ve hırkayla tüm dikkatleri üstüme topluyordum ama o baş ağrısı ve hafızamı zorlayan olaylar beni dış dünyadan tamamıyla koparıyordu. Ana caddeye on beş dakika boyunca yürüdüm. Bir taksiye atlayıp taksicinin tuhaf bakışlarına aldırmadan adresi verdim. Kafamı cama yaslayıp kendimden geçmişim.