“Bu ne hal oğlum?” dedi Sefa şaşkınlıkla. Kendini gülmemek için zor tuttuğu belliydi. “Bu kadar dağıtacak ne vardı?”
“Fazla konuşma da şu taksici arkadaşa ücretini ver. Hiç para yok üstümde.” Taksicinin beni dürtmesiyle kendime gelmiştim. Beraber yukarı çıkıp kapıda ödemeyi Sefa’ya yaptırarak içeri girip kendimi koltuğa bıraktım. Kapının kapanırken çıkardığı o metalik ses bile başımın ağrımasına yetiyordu.
“Anlat bakalım ne oldu?” Karşımdaki koltuğa uzanan Sefa’ya bir bakış attım ve onu dinlemeye koyuldum.
“Nereden itibaren hatırlamıyorsun?” diye karşılık verdi sırıtarak.
“Şarkıdan sonrasını.”
“Şarkıdan sonra geldin, masaya oturdun ve bir bardak daha rakı koydun kendine. O sırada Mete çoktan uyumuştu ve Büşra kalkmaları gerektiğini söyledi. Bir süre kimin kalmak, kimin gitmek istediğini konuştuk. Emin içmediği için diğerlerini ve Ebru’yu eve bıraktı. Masada sen, ben, Nagihan, Burak ve Gizem kaldık. Mekan yavaş yavaş boşalırken saat 02:00’ye geliyordu. Gizem çok sakindi. Burak etrafa bakıp saf saf sırıtıyordu. Nagihan kafasını omzuma yaslamış etrafı izliyordu. Bense seni izliyordum. Bir rakı şişesinin dibine bakıyordun, bir Gizem’e. Hepimiz fazla alkolden mallaşmıştık. Daha sonra ne zaman geleceğini bilmediğim o cümle geldi senden. Aniden ayağa kalkarak Gizem’in yanına gittin ve ‘Beni neden sevmedin?’ diye bağırdın. Bu soruyla hem Gizem irkilmiş, hem Nagihan kendine gelmişti. Önce bana, sonra da sana baktı. Ona bir şey olmayacağını, sadece izlememiz gerektiğini söyledim. Burak ağzının içinde bir şeyler geveleyerek ayağa kalktı. Sana doğru gelirken buna kafayı gömmenle her şey patlak verdi. Gizem oradan uzaklaşmak için ayağa kalkınca kolundan tuttun. Burak’ın yerden kalkıp yüzüne yumruk atmasıyla Gizem’i bıraktın. Masaya doğru eğilerek kendini sağlama aldın. Gülerek gözünün önündeki saçları bir kenara itip herifin üstüne çullandın. Nagihan bir hiddetle ayağa kalkıp sizi ayırmam gerektiğini söyledi. Ben ağırdan alıyordum çünkü onu dövmeden bırakmazdın. Masanın öbür ucuna geldiğimde garsonlar ve kapıdaki eleman sizi ayırmaya, daha çok seni tutmaya çalışıyorlardı. Seninle beraber dışarı çıktık. Temiz hava iyi gelmişti. Soğuk içimize işlediğinde bir sigara yaktık. İçeri girdiğimizde Gizem ve Burak gitmiş, Nagihan müdürle konuşuyordu. Sana dışarıda beklemeni söyleyerek hesabı ödedim. Nagihan’ın yanına giderek yıllar öncesine dayanan bir konu olduğunu söyleyip müdürden bir kez de ben özür diledim. Restorandan çıktığımızda ortalıkta yoktun. Nagi hemen seni aradı. Açmıyordun ama telefonunun sesi yakınlardan geliyordu. Yolun karşısındaki kaldırıma sızmıştın. Bir taksi çağırıp seni eve bıraktık.”
“Hasiktir ya.” Yastığı yüzüme kapatmıştım. “Böyle iğrençleşmiş olamam ben.”
“Şişede durduğu gibi durmuyor değil mi bu meret?” dedi sırıtarak. “Kahvaltı yaptın mı sen?”
“Yok. Kalktığım gibi geldim.” Doğruldum. “Ebru nerede?”
“Uyuyor.”
“O zaman ben gideyim. Beni bu halde görürse bir daha benimle görüşmene izin vereceğini sanmıyorum.” Gülerek ayağa kalktım. “Ama beni eve bırakırsan iyi olur. İnsanların karşısına böyle çıkmak istemiyorum.”