Sezon Finali – Bölüm 3
Yanıltıcı I
- Gözlerin olmadan da göremez misin? –
Birkaç ayak sesinin ona doğru yaklaşmasıyla durumunu hatırladı. Kumun üzerindeki ev resminin üzerini ayağıyla bozarken üzerindeki kumları silkeledi.Siyah bir elbise giymiş sarı saçlı kadının önderlik ettiği grup, onun önüne yaklaşınca durdular. Kadının davranışlarından kendisini güvende hisseden mahkûm, hareket edemediğini fark etti. Vücudu sanki ona durmasını emrediyordu. Grubun sempatik tavırları ve ona saygıyla yaklaşmaları hoşuna gitti. Kendisini ilk defa güvende hissediyordu. Kadın ona başıyla selam vermesiyle terlediğini hissetti. Hava sıcaklığını daha yeni fark etmişti.
"Merhabalar yoldaş. Biz senin arkadaşlarınız ve sana yardım etmeye geldik. O tünel bir sınavdı ve sen o sınavdan geçtin. Artık bizimle güvendesin." dedi kadın."Seni daha iyi bir yere götüreceğiz ve eşini öldürüp sana zarar veren katilleri bulmana yardım edeceğiz."
***
Güneşin parlak ışıkları, vücudunun açıkta kalan yerlerine nüfuz ederken titrediğini hissetti. Kapalı bir kutunun içine hapsedilmiş gibi her şey üzerine doğru geliyordu. Dört bir tarafı kapalıyken nasıl hala güneş ışıklarının içeri sızdığını kestiremedi. Bulunduğu yerde açık bir pencere benzeri bir şeyde göremiyordu. Ya da içeriye girebilmesini sağlayacak küçük bir geçit... Vücudu zifiri karanlığın içine hapsedilmişken güneş ışığını nasıl hissettiği aklının ucundan bile geçmedi. Aklı daha başka şeylerle meşguldü.
Vücudunun kontrolü elinde değildi, istemsizce kasılmalar yaşarken her tarafı yeniden karardı. Gözlerini birkaç kez açıp kapatarak durumun gerçekliğini sorguladı. Buraya nasıl geldiği hakkında hiçbir fikri yoktu. Deliriyor olabilir miydi? Gerçekte olmayan şeyleri göstererek zihni ona bir oyun mu oynuyordu? Şu an onun için her şey manasız geliyordu. Belki de ölmüştü. Ölümden sonraki hayat buna mı benziyordu gerçekten?
Karanlık yavaşça yok olup giderken yerini daha başka şeylere bıraktı. Zaman, mekân ve olay kavramı aklına yerleşerek nerede olduğu beynine kodlandı. Şu an en mutlu hissettiği yerdeydi. Evindeydi.
Karısının kızıla çalan kahverengi dalgalı saçlarına sinen papatya kokusunu sanki bir daha alamayacakmış gibi içine çekti. Yaşadığı heyecandan sarhoşa dönmüş gibiydi. Bu anı daha önce yaşamıştı ve gerçek olmadığını biliyordu. Ancak gerçek olması ya da olmaması umurunda değildi. Büyük bir hasretle suratını yeniden karısının dolgun saçlarının arasına gömdü. Bu kesinlikle bir rüya değildi. Rüyaları hiçbir zaman bu kadar gerçekçi olmamıştı.
"İçimde sanki bir daha birlikte olamayacakmışız gibi bir his var. Ama böyle bir şey olmayacağını da biliyorum. Biz her zaman birbirimize destek olacağız, değil mi?" diye mırıldandı karısı.
Sesinin tonu onu uyuştururken yavaşça kulağına doğru eğildi. Beyni her ne kadar bu anın gerçekliğini inkâr etse de bu doğruydu. Bu yaşadıklarını hatırlıyordu.
"Seni bir daha bırakmayacağım, sevgilim." dediğinde eşinin kırmızı dudakları yavaşça kıvrıldı. Bu anın tadını çıkarmak ister gibi ela gözlerini yavaşça kapattı. Kirpiklerinin uzunluğundan saçlarına kadar her şey gerçekti. Böyle olmaması gerektiğini emreden beynine umursamadan eşinin yüzüne düşen saçlarını okşadı.
"Seni seviyorum." diye fısıldadı dudakları eşinin kulağına değerken. "Tüm kalbimle hem de. Hayatım boyunca da bunu hiçbir şey değiştirmeyecek."
"Aklımı okuyorsun." diyerek o da onun yanağına bir öpücük kondurdu. "Seni çok seviyorum. Hep seninle olacağım. Hem bu dünyada hem de diğerinde."
Sesi, içini yakan o duyguyla dolmuş gibiydi. Rahatlama, kesinlik, kaderin onu ona sunmasına duyduğu sonsuz şükran gözlerini yakıyordu ve söyleyecek başka kelime bulamadı.
Sorgulayan bakışları yüzünde dolaşırken uzanıp alnına düşen bir tutam saçı geri attı ve dudaklarını usulca onunkilere değdirdi. Her şey o kadar gerçekçiydi ki yaşadığı yoğun sevgi vücudundan taşacakmış gibi hissetti. Fakat bir sorun vardı. Birazdan bir şeyler yaşanacaktı, silik silik hatırlıyordu ama vücuduna söz geçiremedi. O yüzden sadece öptü. Hiç durmadan, soluklarının arasında anlattı tüm hislerini. Ta ki tüm dünya onun için kararana kadar.
Ne olduğunu anlamak için kafasını etrafına döndürürken boşluktan düşüyormuş gibi hissetti. Bir yerlere tutunabilmek için ellerini rastgele sallarken tüm görüş açısı karardı ve denizin yoğun kokusunu yeniden hissetti.
Meltem rüzgârı, yüzünü yalayıp geçerken gözlerini açtı. Başına kızgın bir demirle bastırıyormuş gibi acı hissetmesiyle çığlık attı. Ya da atmaya çalıştı. Çünkü ağzından tek bir kelime bile çıkmamıştı. Burası tanıdık geliyordu. O kendine özgü çam kokusunu ve pencereye dayanmış ağacın yaprakları arasından sızan ışıkları görebiliyordu. Dolunayın parlak ışıkları yüzüne vurunca gözlerini kırpıştırdı. Yeniden evine gelmişti. O tahta, eski köy evine... Her şeyin başladığı ve bittiği yere...
Kollarına ve bacaklarına yayılan karıncalanmayla bakışlarını başka tarafa çevirdi. Bir sandalyeye bağlanmıştı ve hareket edemiyordu. Görüşü tam netleşmediği için kendini hala havada süzülüyormuş gibi hissetti. Her taraf kararmıştı ve birazdan her yer yeniden aydınlanmaya başladı.
Etrafına yeni yeni şekiller ve siluetler belirmeye başlayınca şaşkınlıkla çığlık atmak istedi. Ancak sadece homurtuya benzer birkaç ses çıkarabilmişti. Bunun sebebini anlamak için dilini ağzında gezdirince sorunun ağzına tıkıştırılan bir bez parçası olduğunu anladı.
Görüşünü netleştirmek için gözlerini kırpıştırdı ve önündeki motor kaskı takmış dört kişiyi yeni fark etti. Beyninden geçen düşünceler birazdan olacakları ona hatırlatıyorlardı. Hayır demek istedi. Çığlık atmak, onlarla savaşmak ve ölmek istedi. İleri fırlamaya çalışınca bileklerini kesen halatla kurtuluşun olmadığını anladı. O sırada gözü yerde kanlar içinde yatan karısına takıldı.
Öfkeyle debelenerek sandalyesini yana devirdi ve sert bir şekilde yere düştü. Motor kasklı dört kişi, evi aramayı bırakıp işlerini yarıda kestiler ve içlerinden biri onu saçlarından kavrayarak tekrar kaldırdı. Acıyla bağırsa da ağzındaki bez nefesini tıkıyordu. Gözlerinin yeniden sulanmıştı.
Aniden karnına yediği bir darbeyle midesindekiler ağzına hücum etti. O sırada yediklerini çıkarmak için neleri vermezdi. Ağzına dolan ekşi tat, geldiği yoldan geri dönerken yemek borusu yanıyordu. Bu acıları hatırlıyordu. Bunları yaşamıştı ve bir daha yaşamak zorunda bırakılmıştı.
Onu sıkıca sarmış olan iplerden nasıl kurtulacağını biliyordu. Askerde bunun eğitimini almış ve defalarca kez tekrarladıkları bu yöntemler artık bir refleks haline gelmişti. Bunları dün gibi hatırlamasına şaşırmıştı ancak buna zamanı yoktu. Kol kasları şiddetle kasıldı ve bileklerini kanatan ipleri yırtmak için kemiklerini olabildiğince içeri büzdü. Parmaklarının kütürdediğini ve çıkık birkaç parmağının sızladığını hissetti. Başarabilirdi ve başaracaktı.
Bileklerinden akan kanlar elinin daha rahat kaymasına yardımcı oldu. Parmaklarını da ipten kurtarırken tepki vermemeye çalıştı. Karısını kurtaracak ve bu hırsızlara haddini gösterecekti. Ama tüm bunların bir yalan olduğunu ve başaramayacağını hatırlayınca gerildi.
Bu sefer başarmalıydı.
Hırsızlardan biri, ağzındaki bezi çıkararak siyah bir poşete koydu. Mutfaktan getirdiği bir sandalyeyi, onunla göz teması kurmak için ters çevirdi ve oturdu. Motorcu kaskının camlarından koyu gözleri seçiliyordu. Bakışlarındaki keskinlik kaskını delip geçiyordu.
"Sana son kez soracağım. Yaptığımız onca hazırlığı boşa çıkarma lütfen." derken kıkırdadı. "Para çantasını nereye koydun? Nerede olduğunu söylersen yaşamana belki izin verebilirim."
Niyetinin ne olduğunu anlaması için onu duyması gerekmiyordu. İçgüdüleri buradan sağ kurtulmasının imkânsız olduğunu ve istediklerini alsalar bile onu öldüreceklerini söylüyordu. Bir görgü tanığını arkada bırakmazlardı. Midesinin yandığını, tekrar bulandığını hissetti. Eşini ondan alacaklardı. Başaramayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zamana Direnenler
Adventure🏆Wattys2018 Büyük Buluşlar Kazananı!🏆 Nankör diye haykırırmış, Saatler her geçen an'a. Meğer arkadaş değilmiş, Akrep, yelkovanla. |-|-|-|-|-|-|-|-|-|-|-| Bir, İki, Üç... Kan akıtılmış, saflıkla sıvanan ruhlar kırmızıya boyanmıştı. Sırların ifşa...