Bölüm 18 - Geri Sayım

331 76 7
                                    

Oktay, kumların arasına gömülü bir kazığa bağlanmıştı.

Merve, kulübenin kapısının tahtalarından birini Dillenger'a söktürmüş ve kulübenin uzağına yeniden gömdürmüştü. Oktay'ın elleri, kazığın arkasından sıkıca bağlıydı. Ayrıca boğazından ve kazığın etrafından geçirilen üçüncü bir iple dimdik durması sağlanmıştı.

Ayaklarının etrafına, dizlerine kadar yükselen, bol miktarda çalı çırpı yerleştirilmişti. Çalılar aslında kuruydu ama Merve, bir anda tutuşmaları için üstlerine yağ dökmüştü. Yağın keskin kokusu, Oktay'ın burun deliklerini doldurmuştu. İçinden öksürmek geliyordu ama Merve'yi keyiflendirmemek için kendisine engel oluyordu.

Ne zamandır kazığa bağlı olduğunu bilmiyordu fakat elleri ve ayakları uyuşmuştu. İpleri defalarca zorlayıp düğümlerin içinde zayıf bir nokta bulmaya çalışmış ama başarısız olmuştu. Bir kez daha denedi ama artık ellerini hissetmiyordu.

"İpler kısa zamanda gevşetilip el ve ayaklarıma kan gitmezse parmaklarımı, hatta uzuvlarımı bile kaybedebilirim." diye düşündü. Çok da önemli değildi aslında. Parmaklarını kaybetmek, o an endişe ettiği son şeydi.

"Hiç durmak bilmeden konuşan iç sesim, şimdi hangi cehennemin dibinde acaba?" diye düşüncelerini tamamladı. Oktay, boğazının kuruduğunu hissediyordu. Acaba en son ne zaman su içmişti?

Kulübenin on metre kadar ötesinde, Merve ve Dillenger içeriden getirdikleri masanın etrafına oturmuşlar, içinde ne olduğu anlaşılmayan bir sıvıyı sırayla kafalarına dikiyorlardı. Merve, Oktay'ın bakışları karşısında koca bir yudum aldığı şişeyi bir yana bıraktı.

Hafifçe sendeleyerek de olsa ayağa kalktı. Doğrularak ağacın dalına astıkları çantasının içinden çakmağı aldı ve kazığa sıkı sıkı bağlanmış olan Oktay'ın yanına geldi. Oktay, yüreğinin sıkışmaya başladığını hissediyordu. Merve, daha önce de iki kez yanına gelmiş ve etrafını saran çalı çırpıyı tutuşturacakmış gibi yapmıştı. İkisinde de Oktay'ı taciz etmiş, elindeki yanan çakmağı, odunlara birkaç santim yaklaştırdıktan sonra, son anda geri çekmişti. Bunu sürekli tekrar ettiği için Oktay sonunun gelip gelmediğini bir türlü anlayamıyordu.

Yoksa bu sefer işini bitirecek miydi?

Merve, alkolden kıpkırmızı kesilmiş suratıyla tutsağının önünde sağa sola doğru sallanıyordu. Öne doğru eğilerek Oktay'ın sakallı suratına baktı. Esirinin gözlerinde bir korku belirtisi ya da merhamet dilenme arıyordu.

"Oktay Çavuşoğlu, bakalım bu kez muradına erecek misin? Acılarına tamamıyla son vermeye geliyorum. Aynı o yetim çocuğun ailesinin öldüğü şekilde, acılar içinde can vereceksin. Yavaş ve aynı zamanda şiddetli bir sona hazır mısın?

Çakmağın yanan ucunu, üstü yağla kaplı çalılara yaklaştırdı. Oktay doğrudan karşıya bakıyor içinden gelen, çakmağa doğru dönme isteğini bastırıyordu.

"Ne dersin Oktay? Merhamet dilenecek misin? İstersen sana kolay bir ölüm sunabilirim. Tabancamı çıkarıp kafana iki kere sıktım mı daha kolay eşek cennetini boylarsın. Alevleri dert etmene gerek de kalmaz. Ama benim babama öyle bir seçenek sunmadılar Oktay. Siz bilim insanları onu deneylerine zorla alet etmeye zorladınız ve ben daha küçükken gözümün önünde bütün vücudu şişerek kızardı ve çığlık bile atamadan boğularak öldü. Elimden hiçbir şey gelmedi. Şimdi diyeceksin ki böyle bir şey mümkün değil, falan filan diye zırvalayacaksın. Oldu işte. Oldu! Annem Bulgar, babam ise Türk'tü Oktay. Annem, beni doğururken ölmüş ve babam ise ben daha küçükken söylediğim gibi kandırılarak öldürülmüştü. Küçük kalbim o gün koyulaşıp beni kötülüğe itti ve hiçbir zaman diğer kızlar gibi hanım hanımcık olmadım ben. Evimde oturup oyuncak bebeklerle evcilik oynamadım bir daha. Hep aklım babamdaydı. Bir daha görecek miyim diye düşünürdüm her gece. O küçük çocuk gibi de bana kimse yardım etmedi. Tek başıma ayağa kalktım. O yüzden bilim insanlarına kin güdüyorum. Benim bu hale gelmemin sebebi onlar!

Zamana DirenenlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin