Güneş bulutların arkasında kendine yer bulurken, saat sabahın altısıydı ve etraf, pencereden gördüğüm kadarıyla henüz karanlıktı. Yanımda belime sarılmış tanımadığım bir adama inat, ilgimi sadece odadaki akrep ve yelkovanın birbirini kovalarken ki ses çekiyordu. Zaten odada sadece saatin ve Ateş'in boynuma dokunan nefesinin sesi vardı. Bu tüylerimi ürpertiyordu ama yine de uzaklaşmıyordum. Ondan korkuyordum ama sanki beni kendine çekiyor gibiydi.
Kapı iki kere tıklatıldı ve bir müddet bekledi kapının arkasındaki kişi. Daha sonra kapı yavaşça açılırken, gözlerimi kapıdan ayırmıyordum. Gördüğüm kişi korumaların arasında gördüğüm adamdı, yanlış hatırlamıyorsam adı "Cesur"du. Cesur, kapıdan kafasını uzatıp baktığında bizi gördü. Benim baktığımı farkettiğinde,
"Afedersiniz." diye fısıldadı. Kapı yeniden kapanmaya başladığında telaşlandım,
"Hey! Bekle." fısıldadım ona. Kapı duraksarken, Ateş'in belimi kavrayan kolunu yavaşça yanıma bıraktım. Sessiz adımlarla kapıya ilerledim.
"Senden birşey isteyebilir miyim?" dedim kapıdan koridora çıkarken.
"Tabi." dedi garipsemiş bir yüz ifadesiyle.
"Konuşabilir miyiz?" dedim umutla.
Arkasını döndü ve koridordaki merdivenlere doğru yürüdü. Bu kısaca 'hayır' demek oluyordu galiba. Hemen yetiştim ona.
"Lütfen, sadece on dakika. Ateş uyanmadan yukarı çıkmış olurum." dedim yalvarırcasına.
"Tamam, gel. Ama Ateş bizi görürse hiç anlayışla karşılamayacaktır." kafamı salladım. Birkaç sorum cevaplanacaksa eğer, herşeye hazırdım. Aşağıya indik ve salonda oturduk. Oda, gereksiz bir şekilde fazla genişti. Tekli koltuğa oturdu. Ben de ona en yakın deri koltuğa oturdum. 'Dinliyorum' dermiş gibi baktı. Koyu mavi gözleri, Ateşin sert bakışlarına inat, yumuşak ve misafirperverdi. Ama yinede ciddi bakıyordu.
"Sen kimsin?" diye sordum tüm sorularıma cevap vermesi için dua ederken.
"Ateşin en yakınıyım. Kardeş gibiyiz."
"Peki beni neden kaçırdı, yada neden bana zarar veriyor." gözleri sanki ruhumun derinliklerine işliyormuş gibi içten ve samimiydi. Ateşle zıttılar.
"Ateş, daha önce hiç görmediğim bir şekilde sana bağlandı. Ona bu kadar yakın olmama rağmen nedenini bilmiyorum. Sana zarar vermesi garip ama onun başına gelenler eğer senin başına gelseydi, sende normal olamazdın." dedi öne doğru eğilip kollarını dizlerine yaslarken.
"Başına ne geldi ki?" dedim kısık bir sesle. Kafasını kaldırdı, bana bakarken tam ağzını açmıştı ki yukarıdan bağırma sesi geldi. Ateşin sesi gür ve sinirli bir şekilde tüm evi inletti.
Kalbim hızlı hızlı çarparken, Cesura korkan gözlerle baktım. Cesura ne yapacağını bilemezdim, ama benim için hiç iyi bir son olmayacağı kesindi. Hızla ayağa kalktım. Cesur beni izliyor, ne yapacağımı merak ediyor gibi bakıyordu. Kolundan tutup ayağa kaldırdım.
"Sen git, ben hallederim." dedim kapıyı işaret ederken. Kafasını aşağı yukarı sallamakla yetindi ve kapıya ilerledi. Bende yan taraftaki mutfağa girip, önüme gelen ilk dolaptan bardak aldım. Şansım vardı ki bardak açtığım ilk dolaptaydı. Hemen içini su doldururken, Ateş adımı söyledi, irkildim. Kükrüyormuş gibi çıkan sesi ürkütücüydü. Hala koridordaydı. Birkaç kapı sesi duydum, muhtemelen diğer odalarda olacağımı düşünmüştü.
Mutfağa girip beni gördüğünde, gözlerindeki korku kendini rahatlamaya ve daha sonra öfkeye bıraktı.
"Neden bana haber vermeden odadan gizlice çıktın!"
"Su içiyordum." dedim elimdeki bardağı göstererek. "Abartma istersen." diye mırıldandım.
Duyguları yeniden hızla değişti ve sakin bir şekilde bana baktı.
"Tamam, sadece bundan sonra bana haber verirsen daha iyi olur." dedi kararlı bir ses tonuyla. İyimser mi olmuştu, yoksa bana mı öyle geliyordu.
"Su içerken bile mi?" kaşlarımı kaldırdım bu kadarı da abartılıydı yani. O da kaşlarını kaldırdı.
"Su içerken bile." derin bir nefes aldı ve "Aç mısın?" diye sorduğunda midemdeki geniş boşluğu farkettim. Kaç gündür yemek yemiyordum? Gerçekten merak etmiştim.
"Sen üstünü değiştir. Ben kahvaltı hazırlarım." derken ona şaşkın bir yüz ifadesiyle baktım. Onu en son yemek yaparken düşünebilirdim. Garip olurdu. Omzumu silktim ve yukarı çıktım.
Hazır o aşağıdayken aklıma bir fikir geldi. Yukarıdaki odalardan rastgele birine girdim ve saklanmak için yer aradım. Muhtemelen girdiğim oda çalışma odasıydı. Kahverenginin ağırlıklı olduğu oda fazla düzenliydi. Bir duvarın tümü kitaplar ve ansiklopedilerden oluşuyordu. Oda güzel ama ağır kokuyordu. Masanın cam sandalyesini çektim ve altına girdim. Masa geniş ve yay şeklinde olduğu için hiç zorlanmamıştım.
Oturdum ve beni çağırmak için gelmesini bekledim. Umarım işe yarardı.
Yaslandığım yerde bir çıkıntı vardı ve beni rahatsız ediyordu. Onu ordan almam gerekiyordu. Elimi sırtıma attım ve beni rahatsız eden şeyi çektim. Avcumu açtığımda elimde kırmızı bir ışık yanıp sönüyordu. İlk defa böyle bir şey görüyordum. Bu Ateş'in miydi bilmiyordum ama eğer ona gösterirsem odasına girdiğimi anlayabilirdi.
Saklanmaktan vazgeçip masanın altından çıktım.
Kırmızı şeyi cebime attım ve odaya gidip üzerimi değiştirdim. Zaten yaptığım çocukça ve hiç bana göre değildi.
Açlığım tekrar bana kendini hatırlatınca aşağıya indim. Ateş gerçekten kahvaltıyı kendi hazırlamıştı.
"Bu kadar büyük evi olan birinin aşçıları olur zannetmiştim." dedim kapıdan içeri girerken.
"Sadece evin içinde yabancı sevmiyorum diyelim." diye mırıldandı.
Masaya oturduğumda önüme tabağımı koydu ve kendi tabağını da önüne koyup oturdu. Tuhaf bir şekilde sürekli bana bakıyordu.
Cebimdeki kırmızı şeyi çıkarıp ona gösterdim. " Bu ne?" diye sordum. Gözlerini gözlerimden yavaşça çekti ve elimdekine baktı.
"Onu nerden buldun?" dedi garip bir ses tonuyla. Kırmızı şeyin ışığı hala yanıp sönüyordu. Ona odasına girdiğimi nasıl söyleyecektim?
"Şey, yanlışlıkla çalışma odana girip masanın altında bunu bulmuş olabilirim." hızla ayağa kalktı ve iki koca adımla aramızdaki mesafeyi kapattı. Bu sefer kesin bitmiştim ben.
Beni yeniden yanılttı. Elimdeki kırmızı şeyi alıp yere attı ve üzerine sertçe bastı. Paramparça oldu. Çok sinirlenmişti.
Alev alev gözleri bomboş gözlerimi buldu.
"Gözleri bulutların arasında çakan yıldırım kadar şiddetliydi ve aramızdaki derinlik fırtına öncesi sessizlik gibiydi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÜPTELA
RomanceAteş, o adı gibi yakıcı. Kendi kalesini korumak için savaşan bir ejderhaydı o, yaklaşan her kim olursa olsun onun öldürücü alevlerine mahkumdu. Buna zıt şekilde bir okyanustu. Her gün derinliklerine gömülürken aslında boğulduğumun farkında değildim...