4

97 7 0
                                    


Aniden önümüze geçti. Şoför bir şeyler döndüğünü anlamış olmalıydı ki yavaşlamaya başladı.

Önümüzdeki siyah arabayı süren kişi, direksiyonu profesyonelce kırdı ve araba yatay bir şekilde toprak yolun tamamını kapattı. Seslice yutkundum. Gerçekten de ortada bir şeyler dönüyordu. İki araba da durmuştu. Dedem hareketlendi ve arka kemerinden metalik renkteki silahını çıkardı. Silahı görünce ürperdim. Dedem telefonundan bir şeyler yaptı ve tekrar cebine koydu. Sanki çıt çıksa ortalık cehenneme dönecekmiş gibiydi. 

Siyah arabada bir hareketlilik olduğunda, dedem arabasının kapısını açtı. Şoför, o kapıyı açar açmaz dışarıya fırladı. Sanki onun için canını verecekmiş gibiydi. Dedem bana doğru döndü ve "Arabadan çıkma." dedi. Kalbim sanki yeni yeni durumun ciddiyetinin farkına varmış gibi hızlanmaya başlamıştı. Kafamı sallamakla yetindim.

Şoför hızlıca siyah arabanın içini kontrol etti ve dedeme döndü, tahminimce araba boştu. Kafam karışmıştı ve dedemin yüzü de benim gibi hissettiğinin kanıtıydı. Ne yani bu şaka falan mıydı? Gerçekten bu bir şakaysa, dedem, asla bunu yapanın yanına bırakmazdı. Diye düşünürken arkadan yine siyah renkli bir araba tam benim bulunduğum arabanın hizasında durdu. Korku şu an bir nefes kadar yakındı bana. 

Birkaç saniye içerisinde arabanın arka kapısı açıldı ve daha sonra benim kapım açıldı. Kolumdan sürüklenirken, çığlıklarım tüm yol boyunca yankılanıyordu. Kalbim göğsümü delermişçesine şiddetli atıyordu. Ellerim öylesine titriyordu ki bu titremeden bile korkmuştum. Yani korku tıpkı bu karanlık gökyüzü gibi üzerime çökmüştü. Dedeme son defa baktığımda, gözleri sinirden kızarmış, çenesi kasılmıştı. Bana doğru koşuyordu. O araba bir tuzaktı.

İki el silah sesi duydum. O an her şey durdu, saniyelerin kumları aşağıya doğru dökülmeyi bıraktı. Gözlerimi yumdum ve o silah sesinin kulağımda çıkardığı tiz ses eşliğinde, bir insandan bir ömür almanın ne kadar basit olduğunu anladım.

Daha sonra bindirildiğim arabanın tekerlekleri çığlık attı. Bu iç sesimin in şu arabadan derken ki ses tonuyla aynıydı. Araba inanılmaz bir hızla ilerlediğinde, önümüzde ilerleyen siyah arabanın tuzak kurulan araba olduğunu anlamıştım. Hareket edememenin yaşadığı acı gözlerimin yanmasına neden oluyordu. 

Yanımdaki iri cüsseli iki adam kollarımı sıkıca tutmuş, görevlerini kusursuz şekilde yapıyorlardı. Bir tanesinin eli bağırmamam için ağzımı kapatıyordu. Korkudan bacaklarım hissizleşmeye başlamıştı. Ne kadar aciz olduğumu düşünerek gözlerimi birbirine sıkıca bastırdım. Göz yaşlarım özgürlüklerine kavuşmuşçasına gözlerimden birer ikişer döküldüler. Kendimi karanlığın sıcak kollarına bıraktım. Orası güvenli ve korkusuzdu...

Ruhum ortalıkta bedenimi arıyor gibiydi, bense sanki boşlukta bir ışık arıyor gibiydim. Tanrı herkese bir ruh emanet ederdi ve her insan bu ruha iyi bakmakla yükümlüydü. Benim ruhumsa, bana lanetler ederek boynuna çoktan ipini bağlamıştı ve kendini asmaya hazırdı. Cehennemin en sıcak alevlerinde yanmayı o zaman hak etmiştim işte, veya aynı bu boşlukta kalmayı. Güneşe, ışığa yada bir umut kaynağına o kadar ihtiyacım vardı ki, birinin elimden tutup beni çekip çıkarmasını istedim. Çünkü iki taraf vardı, cennet ve cehennem. Bense bu ikisinden birine bile layık görülmeden, arafta bırakılmış gibi hissediyordum.

Bu senin son şansın değil, dermiş gibi, karanlık bir silüet bana ellerini uzattı. Hiç tereddüt etmeden tuttum ellerini. Gerçekten de beni çekip çıkardı kendi, tabutu andıran karanlığımdan. Bunun bana verilen son şans olduğunu anlamıştım.

Önce nefesimin boğazımdan akışını hissettim, daha sonra kalbimin attığını ve göz kapaklarımı. Bakışlarımı öncelikle tavan karşıladı, sonra kolumdaki nazik acı... Koluma doğru döndüğümde serum borusuyla karşılaştım. Şaşırmıştım, ne zamandandır baygındım? 

Yavaşça bacaklarımı yataktan aşağıya sarkıttım ve etrafı inceledim. Duvarın tamamını kaplayan ayna, zaten geniş olan odayı daha geniş gösteriyordu. Odada bir banyo olarak tahmin ettiğim bir oda daha vardı. Sade olmasına rağmen beş yıldızlı otel odalarını kıskandıracak cinstendi. 

Odanın tamamını oturduğum yerden incelerken son olarak gözlerim aynadaki yansımama kaydı. Kıyafetlerim değiştirilmişti. Ağır takılar ve elbiselerden kurtulabilmem tek iyi şey olabilirdi.

Soluk tenim ışıkta daha az solgun görünse de, gözlerim donuk ve ruhsuz bakıyordu. Arkamdaki koltuktan sesler geldiğinde, aklıma neden burada olduğum geldi. Panikledim, panik duygusunu artık yadırgamıyordum. Arkama döndüğümde, bana bakan biri vardı, dalgınlıktan onu fark edememiştim.

Hemen ayağa kalktım. "Sen kimsin?" diye sordum telaşla. Sesime renk veren sadece bir kaç telaş kırıntısıydı. Gözlerini yavaş yavaş üzerime doğru çevirdi. Renkli gözleri, bakışlarına derinlik katıyordu. En azından benden daha canlı bakıyordu. Kafayı yemediysem, gözleri birazda parlıyordu. Ayağa kalktı, bir an kendimi çok kısa hissettim. İlerleyip tam dibinde durdum ve bana yaptıkları aklıma gelince.. Ona öyle bir tokat attım ki ..


MÜPTELAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin