8

61 5 0
                                    


Son kez bana baktı. Ben daha ne olduğunu soramadan dış kapının sesini duydum. Gitmeyeceğini biliyordum. Giriş kapısına doğru gittim ve kapının hemen yanındaki küçük camdan ona baktım. Bahçedeydi. Cesurla konuşuyordu. Kapıyı açtığımda soğuk rüzgar yüzüme çarptı ve kemiklerimi sızlattı. Ağzımdan buhar çıkmaya başlamıştı. Yanlarına gidene kadar beni fark etmemişlerdi. Ateş hızlı hızlı bir şeyler anlatıyordu.

Beni fark ettiklerinde sanki mümkünmüş gibi Ateş'in kaşları daha fazla çatıldı. Artık gerçekten bana bulduğum şey yüzünden kızdığını sanmaya başlamıştım. Ateş gözleriyle evi göstererek eve git anlamında işaret verdi. Omuz silktim. Kalıp mevzuyu öğrenmem lazımdı. Merak ediyordum.

"Bakın gerçekten ben o şeyin ne olduğunu bilmiyorum. Her ne ise ben onu oraya koymadım, sadece buldum. Yemin ederim." dedim inandırıcı bir ses tonuyla. Kollarımı vücuduma sarmıştım çünkü çok soğuktu. 

"Senin koymadığını biliyoruz Başak." dedi Cesur. Ateş kafasını onaylarca salladı.

"Üşüyorsun ve sen üşüdükçe sinirleniyorum." Ateşin sesi 'kesin git' der gibiydi ama inadım inattı. Ayrıca fazla sahiplenmeye başlamıştı beni.

"Üşümüyorum." Hayır üşüyordum.

"Sadece biraz soğuk." daha önce bu kadar üşümemiştim. Ateş gözlerimden ve çenemin titremesinden anlamış olacaktı ki kolumdan sıkıca yakalayıp, beni eve sürükledi. Canımı yakıyordu. 

Ama bu defa yadırgamamıştım. Normal insanlar yadırgardı. Acı artık katlanılabilirleşmişti. Belki de ona benzemeye başlamıştım. Bu kadar kısa sürede... Ona karşı nefret duygusu beslemiyordum, yada besleyemiyordum.  O farklı bir his veriyordu bana. Rüyamda gördüğüm silüet kadar güzel bir duyguydu. Elbette aşk değildi. Aşkın bu hisle yakından uzaktan ilgisi yoktu. Aşkı daha önce tatmamış biri olarak çok bilmiş gibiydim ama anlatılanlar öyle gösteriyordu.

 Belki de nefretin keskin duygusu sarmıştı kalbimin derinliklerini.

Beni tekrar yemek masasına oturttuğunda, gözleri okyanusu anımsatıyordu. 

"Otur ve yemek ye. Zaten sana kaç gündür yemek yediremiyorum." dedi, sesinde vicdan azabı vardı. 

"Hayır, bende olup biteni bilmek istiyorum." dedim kararlı bir sesle. Masaya sertçe vurup bana doğru eğildi. Ağzımdan küçük bir çığlık çıktı. Masanın üzerindeki kahve bardağı yere düşüp binlerce parçaya ayrıldı. Bu tıpkı hayal kırıklıklarım gibiydi ve şimdi paramparçaydı. Bir an başa döndüğümüzü düşündüğümde kalbim üşümüştü. Ağlamamak için kendimi zor tuttum. Etkilenmiyor gibi görünmeliydim. Çok güçlü gibi görünmeliydim... Bana doğru eğildiğinde, aramızda sadece işaret parmağım kadar boşluk vardı. Okyans yeşili gözleri dalgalanmış gibiydi. çenem titremeye başlamıştı, ağlamak istiyordum ama ağlamamalıydım.

"Bak Başak, eğer benim sözlerimi dinleyip bana karşı çıkmazsan burası senin için cennet olur ama yok burnumun dikine gideceğim diyorsan, cehennemimde yanarsın. Senin seçimin."

"Ya cehennemin daha çok ilgimi çekiyorsa?.." şansım vardı ki sesim titremiyordu. Bu sözlerim, Ateşi şaşırtmıştı. Kaşlarını kaldırdı ve hafifçe gülümsedi. Hoşuna gitmiş gibiydi.

"Dediğim gibi senin seçimin." dedi ve gitti. Kalbim olmak istediği yeri belirtmek istiyormuş gibi, Ateş bana yaklaştıkça hızlanıp, uzaklaştıkça yavaşlıyordu. Beynim kalbimle münakaşa içindeydi. Gözlerimi sıkıca kapatıp etkisinden kurtulmaya çalıştım. Beynim sertçe kalbimdeki hisleri reddediyordu.

Yere eğildim ve camları toplamaya başladım. Artık ağlamak istemiyordum. Sanki Ateş buğulu bir camdı ve ben onu sildikçe netleşiyordu. Elimde hissettiğim keskin acıyla elime baktım. Düşüncelerimde boğulurken dikkatsizliğimden elime derin bir kesik  açmıştım ve çeşme gibi hızla kan boşalıyordu elimden. 

Ağzımdan küçük bir inleme çıktı. Ateş bunu görünce bana çok kızacaktı. Nedenini bilmediğim bir şekilde, kendime zararlı bir şey yaptığımda çok sinirlendiriyordu. Sigara gibiydi ve bana zarar verebilecek tek şey oydu. 

Hemen elimi sarmak için etrafa baktım. Ellerim zangır zangır titriyordu. Her taraf kan olmuştu. Kapı sesi gelince daha çok telaşlandım. Ateş içeri  girdiğinde ölü gözleri yerdeki kanı gördü. Hızla açılan gözlerini izliyordum ve çok korktuğumdan sol gözümden bir yaş boynuma doğru ilerledi.

"Yanlışlıkla oldu. Ben camları topluyordum elim kesildi. Bilmeden oldu." derken çoktan yanıma gelmişti.

"Bu kan ne lan!" diye bağırdı. Hızla ellerini saçlarına geçirdi. Elime gözlerini hiç ayırmadan bakıyordu. Boynundaki damarlar patlarmışçasına kendini belli ediyordu. Geçen sefer yere düştüğümde sinirini çıkaracağı bir adam vardı ama şimdi ise tek muhattabı bendim. 

Korkuyla gözlerine bakarken hemen çıktı ve elinde ecza çantasıyla döndü. Elimden damlayan kan onu daha da sinirlendirdi. Nefesinin sesi, korkumdan daha şiddetliydi. Beni, bir eli belimde diğer eli kanayan elimden tutup salona götürdü ve oturttu. Çantayı yanına bırakıp önce elimdeki kanı temizledi. 

"Dikişe gerek yok." diye mırıldandı işi bittiğinde, nasıl bu kadar profesyonel diye düşünmeden edemedim. Sonunda gözlerime baktığında, gözlerinin çevresi kızarmıştı. Onun canı neden benimkinden daha çok yanıyordu.

"O şey bir dinleme cihazıydı." bana neden anlatmaya başlamıştı bilmiyorum ama bu hem merakımı, hem de korkumu gideriyordu.

"Dedem mi koymuştu?" dedim gözlerimi iyice açarak.

"Hayır, bu sektörde ne kadar çok başarı yakalarsan, o kadar çok düşmanın olur ve ben de işimin en iyisiyim. Çok uzun yıllardır ayakta olan şirketlerimiz var. Ayrıca tek bir sektör de değil bir çok sektör de tıpkı senin gibi."dediğinde sondaki cümlesinde takılı kaldım. Benim gibi derken neyi kastediyordu.

"Benim gibi?" 

"Sen dedenin tek varlığı olduğunun farkında değilsin galiba." kendinden emin bir şekilde söylediği sözler beni afallatmıştı.

"Yanılıyorsun, dedem işlerini ve kazandıklarını benden bin kat daha çok önemser. Hatta çocuklarından bile daha çok önemsemişti." ayağa kalktı ve büfenin üzerindeki tableti açıp bana bir kaç tane haber sitesi açtı.

Türkiyenin en büyük şirketlerinden birine sahip olan Nedim KARACA'nın tek torunu Başak KARACA , Adana'da silahlı bir saldırının ardından kaçırıldı. Tüm emniyet güçlerini ayağa kaldıran bu haber, basında gündeme düşmüş durumda.

Açıkçası, basının beni tanıdığını bilmiyordum. Dedem benim için basını benden hep uzak tutmuştu. Belli ki bir işe yarayabilir diye basına haber vermişti.

"Beni dedem yüzünden mi kaçırdın yani, para için mi?" derken sesim titriyordu, içim titriyordu ve sesim biraz kısık çıkmıştı. 

"Ne? Sence paraya ihtiyacım var gibi mi duruyorum?" bu aslında herhangi iyi bir yanı olmasa da içime su serpmişti. Gözlerim tekrar ona doğru döndüğünde tek kaşını kaldırdı.

"Başak, ben o tür şeyler için asla bir kızı kaçırmam. Saçma sapan şeyler söyleme." dediğinde ona inanmıştım. Gözleri doğruyu söylüyor dermiş gibiydi.

"Sen beni sevdiğini sanıyorsun ama bence beni sevmen için hiçbir neden yok. Ben o çok iyi çok iyimser kızlardan değilim. Hatta normal olduğumdan bile şüpheliyim."

"Ya benim normal olduğumu kim söyledi?"


MÜPTELAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin