Ses odada yankılanırken, beynimde de yankı yaptı. Gözlerinin içine baktığımda ise, öfke hiç bu kadar gerçekçi olmamıştı.. Tıpkı şöminede yanan odunlar gibi alevleri yukarı doğru yükseliyordu.
Beni belimden yakaladı ve öylesine sıktı ki hareket edemedim. Ondan kurtulmaya çalışırken, sanki tepkim onu hiç etkilemiyormuş gibiydi. Bu onur kırıcıydı. Ona tokat attığım elimi aldı. Kızarmıştı. Elimi ondan kurtarmaya çalıştım, fakat yine boşunaydı. Sadece küçük bir an için elimi kıracağını düşündüm. Fakat o, önce elimin içini uzun bir nefes boyunca kokladı, daha sonra da öptü. Gözlerim istemsizce sonuna kadar açıldı. Bu çok şeydi... Garip.
"Sen nasıl bir sadistsin?" deyip, boşluğundan faydalandım ve elimi ondan, sert bir hamleyle, kurtardım. Onu sertçe ittirdim. Beni sadece çok iyi tanıyanlar bilirdi, saçlarım en zayıf yönümdü. O saçlarımı yakaladı ve beni on saniye içinde etkisiz hale getirdi.
"Bir daha sakın bana vurmaya çalışma Başak." Sesi soğuk ve ürkütücüydü. Gözlerimden yaşlar dökülmeye başladı. Gömleğine dökülen yaşları fark edince, elleri gevşedi. Dizimi karnına sertçe geçirdim. Öyle sert inledi ki, beni öldüreceğini düşünüp özür dilemek istedim ki, artık çok geçti. Dedem bir sapık veya herhangi biri bana saldırırsa diye, bana özel öğretmen tutmuştu. Bende bir şekilde, kendimi korumayı öğrenmiştim. Eğer eve dönersem (hiç zannetmiyorum), ona büyük bir teşekkür borçluydum.
Cama koştum. Bacaklarımı artık beynim değil, kanımdaki adrenalin kontrol ediyor gibiydi. Aşağıya baktığımda, bahçenin içinde, yeşil çimenler ve büyük bir ağaç gördüm. Bahçenin dışı ise ormandı. Sadece bir tane toprak yol vardı ve o da yağan yağmurdan çamurlaşmıştı. Yerden yüksekliğe baktım. Tahminimce ikinci kattaydık. Camı açmaya çalıştım, yaralanmamam mümkün değildi, ama arkamdaki adam daha tehlikeli gibiydi. Cama yüzlerce kez lanet ettim. Açılmıyordu. Ya kilitliydi yada çivilenmişti diye düşünürken, beni yine saçlarımdan yakaladı.
Küçük bir çığlık çıktı ağzımdan. "Bırak beni pislik." diye bağırdım. Beni yatağa fırlattı. Yatak yumuşaktı ama canımı acıtmıştı, acıyı doruklarımda hissetmiştim. Üzerime doğru yürüdü. Yine karnına bir tekme daha attım. Bu sefer öbürü kadar etkili değildi, çünkü boşluğuna gelmemişti.
"Alıştın sen de." diye bağırdığında irkildim. Yataktan geri geri sürünerek ilerledim ve kapıya doğru koştum. Vücudum yine adrenalinle dolmuştu. Sağda bir kapı ve solda gri renginin ağırlıklı olduğu uzun bir koridor çıktı önüme. Nereye gittiğimi bilmeden, sola doğru hızlıca koştum. Bu hayatımdaki en hızlı koşum olabilirdi. Arkamdaydı, hissediyordum. Önüme gelen ilk merdivenden aşağıya doğru koşar adım indim. Merdiven uzun ve ahşaptı. Onun adımları benim adımlarımdan iki kat daha uzun olduğu için bana çok yakınlaşmıştı.
Sağdaki çelik kapıyı gördüğümde koşarak kapıyı açtım ve kendimi dışarı atmamla, biri bacağımı tuttu ve sertçe yere çarptım. Bu o değildi, çünkü hala koştuğunda çıkan sesi duyuyordum. Beni düşüren başkasıydı. Nefesim kesildi. Zorla sırt üstü döndüm. Her tarafım o kadar ağrıyordu ki sanki araba çarmış gibiydi. Ağzıma metalik bir sıvı geldi. Kan. Gökyüzü pas parlak bana bakıyordu. Hareket edemiyordum, bu sefer gerçekten de etkisiz hale gelmiştim.
Yine onun sesini duydum. Korkudan kafam o tarafa döndü, kafamı döndürürken canım o kadar yandı ki küçük bir inleme çıktı ağzımdan. Göz göze geldiğimizde, ne kadar kötü görünüyordum bilmiyorum ama bana telaş dolu gözlerle baktı. İnlememi duyunca, boynundaki damarlar ortaya çıktı. Gözleri kızardı ve parmak boğumları beyazladı. Sanki acımı o çekiyormuş gibi öylesine kükredi ki, titredim. Beni düşüren adama baktı ve ona öylesine sert bir yumruk attı ki, adamın burnunun kırıldığına emindim. Adam anında yere yapıştı. Muhtemelen korumaydılar çünkü başka adamlarda vardı ve hiç hareket etmeyip olanları izliyorlardı.
Adamı öylesine dövdü ki, yüzü tanınmayacak haldeydi. Sonunda adam bayıldı, yani en azından ben öyle umuyorum. İşi bittiğinde, bana doğru yürüdü. Zorla nefes alıyordum ve bana doğru yürüdüğünü görünce, ellerim titremeye başladı. Geri geri sürünmeye çalıştım. Zaten zor alıp verdiğim soluklar, hıçkırıklarımla birlikte imkansızlaşmaya başlamıştı. Beni de mi öyle dövecekti? Gerçekten de öyle döverse, dayanabileceğimi sanmıyordum. Elimi yüzüme siper ettim ve gözlerimi sımsıkı yumdum.
Beklediğim sert yumruklar yerine, önce sıcak kollar karşıladı beni, sonra yumuşak bir ses...
Kollarını bana sardı ve sıkıca sarıldı. " İyi misin? Üzgünüm çok üzgünüm. " Bu ruh değişimleri beni afallatıyordu.
Arkadaki koruma diye tahmin ettiğim adam bize doğru yürüdü ve "Ateş bey onu ne yapalım?" diyerek bayılan adamı gösterdi. Acımıştım ona. Ona yaptıklarının yanında bana yaptıkları hiçbir şeydi. "Gönderin." dedi kızgın bir sesle. O an onun hayatımda gördüğüm en karmaşık adam olduğunu anladım. Ondan korkuyordum, ama bana annemin küçükken anlattığı masalın bir kesitini hatırlatıyordu.
Tıpkı kendi kalesini korumak için savaşan bir ejderha gibiydi, yaklaşan her kim olursa olsun onun öldürücü alevlerine mahkumdu...
****************************************
Yazardan,
Selam, şu an çok az kişilik bir okuyucu sayım var. Ama hiçbir yazar da 1 milyon okumayla başlamadı öyle değil mi? Şuan için amatör bir yazarım ve yorumlarınız beni eğitebilecek tek şey. Lütfen bana bir kaç öneride bulunun veya beğendiğiniz bölümleri votelayın ki bende ona benzer yazayım. Okumaya zaman ayırdığınız için çok teşekkürler...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÜPTELA
RomansaAteş, o adı gibi yakıcı. Kendi kalesini korumak için savaşan bir ejderhaydı o, yaklaşan her kim olursa olsun onun öldürücü alevlerine mahkumdu. Buna zıt şekilde bir okyanustu. Her gün derinliklerine gömülürken aslında boğulduğumun farkında değildim...