"Kayboldum, bul beni..."
Hani olur da bazen hislerimiz içinde boğuşuruz ya doğru karar veremeyiz. Bir çıkar yolu vardır deriz ama hiçbir yol yoktur. Kayboluruz kendimizde, unutmaya çalışırız ama neyi unuttuğumuzu bilmeden.Hayata,yaşanmışlıklara karşı verdiğimiz savaşı kaybederiz.Şimdiki zamanda değil de geçmişimizde yaşarız. Geçmiş acıtsa da iyi geliyordu diye diye kendimizi kandırırız.
Sahi geçmiş neydi ki? Küçük bir çocuğun parkta oynayıp akşama kadar orda kaldığı mıydı ya da acı ve ızdırap içinde geçen her günün ardından keşke hiç yaşamasaydım demek miydi? Göreceli miydi ya da herkes kabul mü ederdi?
Tükeniyoruz gitdige, sebebini bilmeden,gülümsemeden, yaşayamadan...
Sebebini galiba biliyorum, söyleyeyim mi? Yaklaş hadi biraz daha yaklaş...
"Ölüyoruz."
Duymak istemeyeceğin kelimeleri kulağına fısıldıyorum. Bunu kabullenmekte güçlük çekiyorsun, beynin bunu reddediyor.Zamanda hiç ölmeyeceğini düşünüyorsun.
Ama ikimiz de bunun farkındayız...
"Kayboluyoruz gitgide."
.
.
.Çağrı yoktu kaç gündür Melis de onun gibi kaybolmuştu. Nasıl oluyor da kısa sürede bu kadar çok özlüyor olabilirdim ki anlam veremiyorum bir türlü. Onları tanımam uzun olmamıştı ama hayatımın merkezinde yer edinmişlerdi bunu biliyordum. Onları belki biraz.... Biraz özledim gibi ama onların yokluğuna alışmam gerek.
Günlerce belki bir mesaj atar umuduyla facebook profilindeydim ama mesaj atan kimse yoktu. Ona bakarken Melis'in hesabına bakmayı akıl edebilmiştim, mesaj attığımda da kimse cevap vermemişti. Dakikalar ilerledikçe kendimi kötü hissediyordum. Yoktular işte.
Tekrar bir umutla Çağrı'nın facebook profilindeydim. Cevap vermesini umarak "Merhaba" diye mesaj attım ama mesajım tekrar cevapsız kalmıştı.
Uzun bir süre bekledikten sonra kendimi toparlamam gerektiğini düşündüm, çünkü biraz daha dursaydım ağlardım ve Ecem'e verdiğim sözü çiğnerdim, bunu yapmayacaktım.
Telefonumu alıp salona geçtim ve telefonu komodine fırlattım. Buna oha dediğinizi duyar gibiyim ama telefonu kafama pek takmazdım.
Karnımın gurultusunu duyduğumda bir şeyler yemem gerektiğini anlayıp mutfağa doğru ilerledim, buzdolabını açıp önünde öylece bekledim. Her şey vardı ama canım meyve çekiyordu. Dolaptaki meyveleri alıp tabağa bıraktım. Biraz daha baktığımda dondurma kutusu gözüme ilişti, dondurmayı meyvelerle beraber yerim diye onu da tabağa koydum. Meyveleri yıkayıp salona geçtim.
Meyveleri kanepenin önündeki sehpaya bırakıp televizyonu açtım. Uzun uğraşlar sonucunda bir film bulup onu izlemeye koyuldum. Ilerleyen sürede kaskatı kesilip geriliyordum. Ne hoş ki (!) bula bula korku filmi bulmuştum.
Filmin en korkunç sahnesine gelindiğinde nefesimi tuttum ve tam korku dolu anlar diyordum ki telefondan bildirim sesi geldi. Ödüm kopmuştu bununla beraber tiz bir çığlık attım o esnada güzelim parmağım da nasibini almıştı. Korkudan parmağımı ısırmıştım.
Parmağıma üfleye üfleye telefonu elime aldım ve mesajı kimin attığına baktım. Yok bu o olamazdı çünkü mesajı atan Çağrı'ydı. O da "Merhaba." diye yazmıştı. Önce gerçek mi diye telefonu 2-3 defa kapatıp açtım ama o gerçekti. Inanamıyordum. Yazmalı mıydım yazmamalı mıydım bilmiyordum ama söze girdim.
Loya Soyal:Naber
Çağrı Tangöze:İyi sen?
Loya Soyal:Ben de iyiyim ama 1 gün sonra gidiyorum.Ona sormalı mıydım bunca zaman nerde olduğunu, ya benim çok fazla meraklı olduğumu düşünürse.... Offf en iyisi dolaylı yoldan sormak daha iyi dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN DİBİNDEKİLER
Novela Juvenil"Ben deliyim galiba şuan uçurumun kenarında gülerek koşuyorum. " demiştim ona. "Hayır, sadece herkesten farklısın ve benim şizofrenimsin. Onların hissetmediği her şeyi hissedebiliyorsun. Sen ölümün karanlıkta unuttuğu ruhunla beraber yaşıyorsun. Eğe...