EdaBalli bu bölüm senin için 💕
Yağmur yağıyordu. Sağanak halinde ve iri taneli yağmur damlaları üzerimdeki kabanı sırılsıklam yapmış, çaresizliğime bir de sefil bir görüntü eklemişti. Birbirlerine yapışan saç tellerim yüzünden önümü göremiyordum ve aldırdığım da söylenemezdi açıkçası. Sadece gittikçe daha çok heyecanlanıyor, kalbimin içinde büyüyen korku ve ümidi dengelemeye çalışıyordum. Korkuyordum, gördüklerimin bir hayal olmasından ve beni bomboş, yıkık dökük bir yerin karşılayacağından endişe ediyordum. Ümit ediyordum aynı zamanda, ortadan yok olan kolyenin avuçlarımdaki sıcaklığına değdikçe içim kıpır kıpır oluyordu. Sadece bir hayalet olsaydı öpücüğünü hala dudaklarımda hissediyor olamazdım. Ona aldığım hediye, toprak altına giren bedeninden süzülerek avuçlarımı bulamazdı. Sihir değildi, yanılsama değildi, hayal değildi.
O benim kalbimde uyuyordu sadece.
"Seaside yolcularımız için son durak." Yazan isim buydu. Seaside. Son durak. Kalbime varmak üzereyim. Elim yan tarafımda gelişigüzel duran çantaya uzandığında panik bütün bedenimi sardı, trenin vagonlarında başka kimse yoktu. Tek başına olmanın verdiği o gerginlik ve paniğin kuşattığı bedenim, çıkış yolu ararcasına çevreyi kollayan gözlerimi uyarıyordu. Beynim sinyal vermeyi bırakmış gibiydi, alıcılarım donuktu. Önümde sadece, korku filmlerinden fırlamış gibi görünen eski püskü bir istasyon binası, binanın içinde bekleyen yalnız bir görevli ve durmadan yanıp sönen, değişmesi gereken bir lamba vardı. Tren acı sesini olabildiğince duyurarak gerisi geriye hareket edene dek olduğum yere çakılıp kalmıştım. Ne ileriye gidebiliyor ne etrafa bakabiliyor ne herhangi bir hareket sergileyebiliyordum. İstasyon binasının rüzgar vurdukça ses çıkartan ahşap vücudu ve sallanan tabelası sadece uğursuzluk çağırıştırıyordu. Hayalet kasabaya girmiş gibiydim.
Ölü biri için en kabul edilir yer.
Soğuk hava şehrin merkezindeki gibi değildi, kendini hissettiriyor ve insanın içine işliyordu. Ellerim kızarmaya başlamıştı, onları ısıtmak için nefesimi üflerken istasyonun çıkış kapısında, başında kasket olan küçük bir çocuk fark ettim. Özellikle diktiği gözleriyle beni izliyor, başını elindeki kağıttan her kaldırdığında daha mutlu ve daha kendinden emin bir şekilde yüzüme bakıyordu. Ona kim olduğunu sormak için yanına adımlarken benden önce davranıp, "Sen Leah'sın!" demiş, çılgınca bir sevinç gösterisinde bulunmuştu. Anlamlandıramadığımı belli edercesine, boş gözlerle ona bakarak, "Peki sen kimsin?" diye sordum. Ufacık boyu ve kendini beğenmiş tavrıyla ellerini beline yerleştirerek, "Oliver." dedi, "Adım Oliver. Bay Malik beni sizi bulmak ve ona götürmekle görevlendirdi." Adını duyar duymaz kalbim delicesine atmaya başladı, bu gerçek olabilir miydi? Bu kasaba, istasyon görevlisi, bu çocuk.. "Yani.. o.."
"Tabi ki de yaşıyor!" Oliver bir büyüğünkini andıran kahkahasıyla karnını tutarak ekledi. "Gelin, sizi ona götüreyim."
***
Burada doğmuştu, söylediklerine göre kendisi gibi pek çok çocuk vardı ve kasabaya pek fazla ziyaretçi gelmiyordu. -Özellikle senin gibi güzel ve zengin kızlar- diye eklemişti de. Ona acımıştım, üstü başı perişan haldeydi ve soğuğa rağmen dik durmaya çalışıyordu. Bu işten herhangi bir karı var mıydı, merak ediyordum doğrusu. Zayn ona bir şey teklif etmiş miydi? Belki biraz bahşiş? Bilemiyordum. Sadece küçücük, masum bir çocuk olarak göründüğünden daha olgun konuşuyordu. Ne kadar yürüdük veya ne konuştuk, hatırlamıyordum çünkü kalbim her an biraz daha tekliyordu, olduğum yere düşüp kalacakmışım gibi dizlerimin bağı çözülüyordu. Sonunda bunun, durmadan tepeye tırmandığımız köşk yüzünden olduğuna karar verdim. Kasabanın her yerini görebilen bir konuma yapılmış, eski püskü bir yapıydı. Dışarıdan bakılınca siyah beyaz filmlerdeki meşhur yılbaşı aksamlarından birini yaşayacakmışsınız gibi hissettiriyordu, içerisi sıcak ve güvenli görünürken masa başında toplanan aile fertlerini hayal edebiliyordum. Ulaşmak kolay olmamıştı, nefesim ciğerlerimde tıkılıp kalmış gibi ağır aksak soluklanıyordum. Ve o anı düşündükçe.. Zayn..Ona ne söyleyecektim? Sarılsam tuhaf olur muydu? Bunca zamandır öldü bildiğiniz birini yeniden karşınızda görseniz.. hangi tepkiyi vermek normal olurdu? Ona karşı pek çok his barındırıyordum bünyemde, öfke, nefret, kızgınlık, acı, üzüntü,.. aşk. Oliver yolun ortasında durmuş, nefeslerimi toparlamamı meraklı gözlerle seyrederken bana acımış gibi ellerimi kavradı. "Korkuyor musun?" O an karşımda az önceki büyük çocuk yoktu, sevgiye aç gözleri ve endişeli tavrıyla olması gereken yaşta biri duruyordu karşımda. "Ne dersin?" Eğilip boylarımızı eşitledim ve soğuktan pembeleşen ellerini kavradım. "Sence korkmalı mıyım?" Oliver gülümsedi, ön dişlerinden biri yerinde değildi. "O çok iyi biri." Omuz silkti. "Buraya gelen herkes genelde onunla kavga ediyor ama Bay Malik beni seviyor, buna eminim." Gülümsemekten başka elimden hiçbir şey gelmeyince öyle yaptım, heyecanıma yenik düşüyordum. Oliver ellerimi bırakıp koştu, kapıyı çaldı, açılmayınca kenarda duran ve kuruyup giden bitkinin altını kurcaladı. "Her zaman yedek anahtar bulundurur." Kasketini düzelterek kapıyı açtı ve içeriye doğru, çocuk sesiyle "Bay Malik?" diye seslendi. "Evde misiniz?" Kapının ağzında kalakaldım. Bir işaret bekliyor gibiydim, herhangi bir şey. Ona dair bir iz. Beni içeriye sokabilecek bir güç.
"İçeriye gel Ollie." Çocuk, kapıyı aralık olarak bırakarak içeriye girdiğinde sevinç, hüzün, özlem ve diğer bütün duygularım birbirlerine karıştı. Bacaklarım artık beni taşıyamıyordu. Kenara yığılmak üzereyken sesini yeniden duydum. "Neden dışarıdaydın?" Pencerenin altında kırmızı bir tuğla duruyordu, onu daha iyi görebilmek için üstüne çıkarak pencere buğusundan görebildiğim kadarıyla bir süre o ikisine baktım. Üzerine aldığı pamuklu bornozun kuşağını incecik beline sarmış, parmakları arasında tuttuğu özenle yontulmuş sopayı kılıç gibi kullanarak sağa sola tuhaf hamleler yapıyordu. "O kıza bakmaya gittim." dedi Oliver, ağzında masanın üstünden aldığı kurabiyelerden birini dişlerken. Zayn bir an için irkilerek başını kaldırmış, Oliver'ın kendisine bakmadığını fark edince de bunun yeni bir hayal kırıklığı olduğuna kanaat getirip kısaca, "Ee?" demişti. Sesindeki kırıklığı sonuna dek hissediyordum. "Önce şu bahsettiğin paraları görelim." Oliver kendinden emin bir şekilde elini uzattığında Zayn dönüp arkasını kontrol etti, bir an için beni göreceğini sanmıştım.. Korku mu yoksa heyecan mi bilmediğim o şey geri döndüğünde yapabildiğim tek hareket kendimi geriye atmak olmuştu. Nemli toprağın üstüne.
Üstelemedi. Sadece, "Sen yine kapıyı açık mı bıraktın Ollie?" dediğini duydum. Neyi beklediğimi bilmiyordum ama o kapıyı kapatmak için arkasına döndüğünde donup kalan tek kişi olmadığımı bilmek içimi bir parça rahatlatmıştı doğrusu. Havadaki zerrecikler bile donup kalmış gibiydi, göz gözeydik ve zaman akmayı bırakmıştı. Oliver oradaydı veya değildi, odada başka biri daha var mıydı? Bilmiyordum. Bildiğim tek şey onun ela gözlerinin sadece, sadece bana bakıyor oluşuydu.
"Leah?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
goldfish | zayn
FanfictionZayn takma tırnaklarını çıkardı, göz makyajını ve dudaklarında katılaşan ruju sildi. Arkasına döndüğünde onu dikkatle izleyen tanıdık gözlere uzun uzun baktı. "Ben küçük bir altın balığıyım." Dudaklarında cansız bir gülümseme yaratıldı. "Beni kim b...