Her gün birbirinin tıpatıp aynısı olarak başlıyor ve yine aynı ıstırapla bitiyordu. Henüz iş bulamamıştım, uzun bir süredir başvuru formları doldurmaktan, aynı soruları görmekten midem bulanmıştı. Damien ile çok nadiren görüşüyorduk, zaten o da genelde yurtdışında oluyor, seminerlere katılıyor ve nadiren bulduğu fırsatlarda mesaj atıyordu. Bu benim de işime geliyordu açıkçası, hem ondan uzak kalarak ilişkimizi gözden geçiriyor, neyin doğru neyin yanlış olduğunu objektif bir bakış açısıyla inceliyor, hem de kendimi dinliyordum. Kalbimin içini defalarca kez yazıya aktarmıştım, hatta bazen çizimlere. Ancak sonuç içler acısıydı. Dört odacıklı kalbimin her bir bölümünde ondan bir iz vardı her seferinde, her resimde. Kan damlayan göğsümün ortasındaki tasvirde gördüğüm tek yüz onundu. İşin en şaşırtıcı yanıysa, kalbimin içinin en ufak bir yerinde bile Damien'e ait bir şeyin olmayışıydı. Ona gerçekten de bu kadar yabancı mıydım ben? Beni beş sene boyunca ayakta tutan adam gerçekten benim için bir şey ifade etmiyor muydu? Neden Zayn'in açtığı yaralardan yürüyordum?
Kafam karma karışıktı, dinlenmek için her şeyden uzaklaştığım bu ara, ona olan özlemimi derinden sarsan bir kabus halini almıştı. Yaşadığını görmüştüm, dokunmuştum, onu öpmüştüm ve şimdi tüm bunların gerçek olduğunu bilmek, yeniden yaşamak istemek ama yaşayamamak beni kül ediyordu adeta. Ancak en kötüsü bu da değildi, onunla almak istediğimiz evde yaşıyordum. Onun istediği lanet apartman dairesinde. Onun oturmak istediği koltukta oturuyor ve onun yapmak istediklerini yapmaya çalışırken buluyordum kendimi. Bu beş sene boyunca elimde avucumda ne varsa antika dükkanlarına yedirmiştim. Eski ahşap bir yemek masası, alçak fakat rahat, yer yer solmuş ve yıpranmış bir berjer, berjerin üstünü bir şemsiye gibi örten lambader, ceviz ağacından sağlam bir kitap rafı.. hepsi, her şey ona hizmet etmek için yapılmış gibiydi ve ben o narin parmaklarının izlerini o eşyaların üzerinde hayal ettikçe, içim yana yana almıştım hepsini. O parmak izlerini dahi bu eskimiş, başkalarının hikayelerinden çalınmış mobilyalar üzerinde göremeyecek olma hissi beni yiyip bitirmişti. Sevgilim, diyordum içimden onunla her konuştuğumda. Sevgilim, seni çok özlüyorum.
Bazı geceler, yine bu evin balkonunda hava soğuk veya sıcak umursamaksızın oturur ve düşlerdim, en azından bana, sonsuza dek benimle kalacak bir hatıra vermesini dilerken bulurdum kendimi. Bir bebek. İkimizin bir parçası, küçük bir bebek. Ona benzeyen küçük bir yüz, onun bana olan sevgisinin bir yansıması. Ancak sonrasında bunun sadece daha fazla eziyet ve ziyan olma ihtimali geliyordu aklıma, daha fazla kalp sancısı, hezimet, duygu dolu ve karşılıksız hislerin ateşi. Bir gün çocuğum bana babasını sorarsa ona ne derdim? Hiçbir şey. Ve ben bir de bunun yükünü almadığım için nedensizce sevinerek bu düşünceden hızla uzaklaşırdım. Şimdiyse ne hissettiğim belli değildi. İnce bir buz tabakası üzerinde ilerliyordum, her an her şey olabilirdi. Buz kırılırsa içine düşer ve o soğuk suda boğulur giderdim. Kırılmaz da yoluma devam edebilirsem cehennem tam karşımda beni bekliyor olacaktı. Çıkış yolu, kaçış yolu yoktu. Kapana kısılmış gibiydim. Zihnimin beş sene boyunca ürettiği o sahnelere şimdi daha da uzaktım. Hayal gücüm beni kendisine esir etmişti ve şimdi sadece çaresizlik vardı.
Gözlerinde kendimden bir şey bulamadığımda hiçbir şeymişim gibi hissediyorum.
Damien'i öptüğüm için kızdıktan ve ölüm tehdidi savurduktan iki ay sonra bu cümleyi yazıp göndermişti ve sonrasında bir daha ondan ne arama ne de mesaj almıştım. Evimin çevresinde olduğunu düşünüyordum bazı zamanlar, belki de bunu hissediyordum yani o gerçekten oradaydı ancak bundan emin olmak güçtü. Beynim ve kalbim kazananı olmayan bir savaşa girmişlerdi, ne kötü. Gözlerimde kendisini görmediğini söylüyordu, ondan başkasına bakamazken bunu söyleyebiliyordu. Evet, Damien'i öpmüştüm onu sevdiğimi de söylüyordum ancak ondan ayrı kaldığım bu süre içinde bundan o kadar da emin değildim artık. Ben daha çok, kendi hislerimden oluşturduğum denizde boğulmayı tercih ediyordum. Zayn'in bana kollarını sonuna dek açtığı o uçsuz bucaksız denizde.
Telefon çaldığında saat henüz on birdi, günlerdir doğru dürüst bir şey yememiş olmanın verdiği halsizlikle masanın üstünde duran iş başvurusu formlarının üzerine yığılıp kalmıştım. Açmak istemiyordum ancak ısrarla çalan sese daha fazla tahammül edemedim. Telefonu düzgün, usturuplu bir üsluba sahip, tahminen genç bir adam açmıştı. "Bayan Parker ile mi görüşüyorum?" Bu tonu anımsıyor gibiydim. "Benim," dedim azıcık çıkan sesimle. "Sizi dinliyorum."
"Leah!" Adamın sesi canlı ve daha yüksek çıkıyordu şimdi. "Benim Corbyn. Corbyn Han." Şimdi hatırlıyordum. İngiliz aristokrat bir anneyle Çinli bir iş adamının en büyük çocukları Corbyn Han. Birçok kez fotoğraflarını çekmiştim ve birlikte dergi için röportaj yapmıştık. "Merhaba Bay Han, nasılsınız?" Telefonun diğer ucunda belli belirsiz bir gülümseme duydum. "Lütfen bana Corbyn de. Umarım seni rahatsız etmemişimdir, meşgul müydün?" Gözlerimi ovalarken cevapladım. "Ah.. aslında.. hayır meşgul değilim." Kısa bir an için duraksadı ve bu süre içinde Çince birkaç cümle duydum. "Dinle Leah, önemli bir çekim gerçekleştirmek üzereyiz ve belki ilgilenirsin diye düşündüm. Bilirsin, işlerimi yaparken en iyisini seçerim." Benimle kesinlikle dalga geçiyor olmalıydı, ülkenin en başarılı, en harika fotoğrafçıları Han şirketinin elinin altında yetişiyordu. Şaka mı yapıyordu? "Bay Han siz emin misiniz? Yani biliyorsunuz şirketinizde bunu benden daha iyi yapacak-"
Sözümü yarıda keserek, "Hemen gelebilir misin?" dedi. Sesinde garip bir acelecilik vardı. "Bu önemli anlaşmayı kaçıramam, müşterim özellikle seninle çalışmak istediğini söyledi. Bu işi kaçıramam Leah. Ne zaman burada olursun?" Isrardan nefret ediyordum ancak şu an için işim yoktu ve eğer her gün hazır gıdalarla beslenirsem yakında azıcık olan o miktarda yok olup gidecekti. Aç kalma tehlikesiyle karşı karşıyaydım ve Damien'den asla para almazdım. "Geliyorum." dedim çaresizce. "Fazla sürmez."
****
Han şirketinin kendine has mütevazı ancak lüks görünümlü binasından içeriye görerken kapıdaki bir görevli, emir aldığını belli ederek bana görevli kartımı vermişti. Üzerinde adım ve çirkin bir fotoğrafım olan dörtgen şeklindeki kartı yakama takarak asansöre yöneldim. İnsanlarda garip bir telaş ve koşuşturma vardı, önemli biri gelmişti de haberim mi yoktu? Nasıl olsundu ki, dedim sonra kendime. Kafamı kaldırıp herhangi bir şeye baktığım yoktu.
"Leah!" Corbyn bana kısa ancak sıkı bir sarılma vererek sarsılmama sebep oldu. "Bu taraftan." Beni adeta iterek stüdyolardan birine doğru sürüklerken, "Her şeyle senin ilgilenmeni istiyorum." dedi. "Temamız Uzak Doğu ve Lotus." Kafam karışmıştı. Niçin her şey üstüme kalmıştı? "Lotus mu?" diye kekeledim. "Evet," dedi. "Yeniden doğuşu işliyoruz. Bir starın yeniden parlamasını." Ve benim nedense buna dair içimde oldukça kötü bir his vardı.
Bay Han'ın beni soktuğu odada pek çok kişi aynı anda çalışıyordu. Işığı ve makineleri ayarlayan ekip ile arka fonu ayarlayan ekip bambaşka şirketlerin elemanlarıydı. Makyaj ve tasarım içinse Amerika'nın en iyileri getirtilmişti. Tuhaftı. Star yazılı iskemlenin üstünde, parlak mavi saçlı biri oturuyordu. Elinde tuttuğu dergi yüzünden suratını göremesem de biliyordum. Kısa bir süre sonra, kağıt parçasının kapadığı yüzünü ortaya çıkaracak bir hamle yapmıştı. Ayaklarında, çoraplarının üstüne giydiği topuklu takunyaları ve pembe sakura desenli kimonosuyla karşında duran adam Zayn Malik'ten başkası değildi. Ağzım adeta ayrılmıştı, masmavi ve upuzun saçlı bu adamı tanımak.. güçtü. Makyajsız yüzünde kendini beğenmiş bir gülümseme belirdi.
"Uzun zamandır görüşmemiştik Bayan Parker."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
goldfish | zayn
FanfictionZayn takma tırnaklarını çıkardı, göz makyajını ve dudaklarında katılaşan ruju sildi. Arkasına döndüğünde onu dikkatle izleyen tanıdık gözlere uzun uzun baktı. "Ben küçük bir altın balığıyım." Dudaklarında cansız bir gülümseme yaratıldı. "Beni kim b...