Zayn - Insomnia ile okuyun
Zamanı ellerinizin arasında hissedebilir miydiniz? Böylesine akıp giderken, tutması böylesine imkansızken.. kavrayabilir miydiniz?
Ben yaptım ve çok da acıdı.
Karşımda duruyordu. Hayalet değildi, rüya değildi, bir hayalden ibaret değildi. Kanlı canlı, nefes alıp veren sıradan biri gibiydi. Elimden kayıp düşen çantam gibi, bacaklarından çekilen güç gibi, soluduğum hava gibi gerçekti. Başka türlü olsaydı belki, içimdeki nefreti kusar, ona ağza alınmayacak şeyler sarf eder ve gitmesini söylerdim. Geldiği yere gitmesini. Cehenneme.
Ama yapamadım.
O böylece, beş senenin, beş acı dolu senenin sonunda karşımda duruyorken, en sevdiği bornozunu giyerken ve tırnakları gibi boyalı olan gözleriyle bana bakarken yapamadım. Artık çantamın ağırlığı yoktu. Dizlerimde güç de kalmamıştı ama hala idare edebilirdim. O an duran zamanı geri getirmek istedim, avuçlarıma baktım ve onu gördüm. Oradaydı, benim zamanım, aşkım, gücüm ellerimde duruyordu. Ellerle neler yapılmazdı ki? Onu sarabilir, yanaklarına dokunabilir ve yüzünde boya olduğunu söyledikten sonra onları silebilirdim. Peki kalbim? Bana yardım eder miydi? Daha şimdiden ihanetine uğramıştım, sıcak göz yaşları ifadesiz yüzümden açık kalmış bir musluk gibi peş peşe akıyorlardı. Bir şeyler söylemek istercesine dudakları aralandı, o zaman pes ettiğim andı. Odanın ne kadar büyük olduğunu hesaplayamadım o an, sadece kaç adım sonra orada olacağımı düşündüm. Tıpkı eskiden ona giden yollarda saydığım kaldırım taşlarını yeniden saymak gibiydi bu. Sekiz tane sarı taştan sonra yanındayım. Gülümsemek geldi içimden ona giderken. İki yana açılan kollarım özgürlüğe kanat açmışçasına büyürken ayaklarım yerden kesildi. Çok, çok garip bir histi bu. Uçmak gibiydi ama koşuyordum. Zaman donmuştu, zerrecikler ağır çekimde uçuşuyordu. Bir yerlerden güneş ışığı sızıyordu, kağıtlar, notalarla dolu kağıtlar etrafa saçılıyor ve onun elleriyle çizdiği tuvallerden neşeli yüzler, şen kahkahalar yayılıyordu etrafa. Dünya küçülmüş ve bu odanın içine sığıvermişti aniden. Benim dünyam işte bu kadardı. Onun merkezinde dönüyordu her şey. Belki de bu yüzden, o daha ne olduğunu bile anlamadan dudaklarını öptüm. Bunun canımı yakmayacağını düşünmüştüm. Acı vermeyeceğini, beni sonunda kurtaracağını. Her şeyin biteceğini sanmıştım, üzüntü veren her şeyin biteceğini.
Ama canım çok yandı.
Dudaklarımda sadece basit bir sıcaklık varmış gibi hissettim en başında ama o sıcaklık büyüdü. Sıkışan kalbimi görünmez demir ellerin arasına hapsetti ve kızgın denizlere düşmüşüm gibi bütün bedenim alev aldı. Son beş yıl içindeki tüm uykusuzluklarım, çaresizliklerim, döktüğüm göz yaşları geldi gözlerimin önüne. Bu beni korkuttu, geldiğim o seviyeyi hatırlamak sadece daha çok üzülmeme sebep oldu ama durmadım. Dudakları benim tek çaremdi, yaşamak için tek nedenim ve tutunduğum o son umut. O varsa vardım sanki, o yoksa yoktum. Bedenimin yapıtaşları avuçlarında duruyordu. Beni sıkı sıkı saran ve kendine çeken avuçlarında. Saçlarımda gezinen avuçlarında. Yanaklarımı kavrayan avuçlarında. Beni yok eden kokusunda. Havaya karışan, abanoz ağacıyla harmanlanan parfümünde. Kontrolsüz kalan dudaklarından yaşam suyum damlarken uzaklaştı benden. Derin bir nefes aldı küçük ciğerlerine. Elleri yüzümde, saçlarımda, beni izleyen gözleri her bir parçamdaydı. Hatırlamak mi istiyordu yoksa saklamak mı? Karar veremedim. Sadece, titrek ve hüzün dolu ismim düştü ağzından. "L-Leah?" Boyalı elleri yanaklarımın iki yanına sabitlenirken bileklerini kavrayabildim.
"Biliyordum. Sen sadece.. lanet bir hayalet değildin." Dudaklarında anlamsız bir gülüş belirdi, cılız bir ateş gibi. Dişlerimi göstererek gülümsedim ona, acı dolu, kahır dolu bir gülümsemeydi bu. "Bana inanmadı. Damien bana inanmadı çünkü-" Cümlemi tamamlamak için araya girdi. "Bana geri dönmenden korkuyordu." İkimiz de sustuk. Sadece alınan hızlı solukların sert sesi vardı aramızda. Aynı anda, iki farklı soru sorduk. O bana, "Bana geri dönecek misin?" diye sorarken ben ona, "Sana dönmeli miyim?" diye sordum. Bu belirsiz, tutkulu, acı verici ve yaşam doluydu. Karmakarışık bir yolda yürüyecektim bunu yaparsam. Cevap olarak sadece dudaklarını çiğnedi. Kaçırdığı gözlerini yakalamak için ona yeniden, "Sana dönmeli miyim?" diye sordum. Ona dönmeli miydim gerçekten? Peki ya Damien ne olacaktı? Beş sene boyunca Zayn'in acısını her çektiğimde yanımda olan adamı kendi acımla baş başa bırakmanın neresi doğruydu?
Ama düşünmek istemiyordum. O an düşünmek istemedim hiçbir şeyi. Sadece ona sıkıca sarıldım. Kollarım cılız omuzlarını kapatırken belimde hissettim o güzel kollarını. Gözlerimi kapadım, sadece biz vardık. Dünyanın geri kalanı yok olmuştu adeta. Hava yoktu, su, toprak, güneş.. Cam bir fanusun içindeydik adeta, belki de şu kar kürelerinin içinde birbirlerine sarılan çiftlerden biri. Kalbimdeki aşk ve aşkımın cisim bulmuş hali. "Bir an hiç gelmeyeceksin sandım." Bunu pişmanlıkla dile getirmişti, üzüntüsünü içime değin hissediyordum. "Ben de öyle." diyebildim sadece. "Bir an için, hiç gelmeyeceksin sandım."
Oysa ki ona, kalbime bakmayı unuttuğumu söylememiştim. Baksaydım belki de görürdüm, bunca zamandır o hep kalbimde uyuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
goldfish | zayn
FanfictionZayn takma tırnaklarını çıkardı, göz makyajını ve dudaklarında katılaşan ruju sildi. Arkasına döndüğünde onu dikkatle izleyen tanıdık gözlere uzun uzun baktı. "Ben küçük bir altın balığıyım." Dudaklarında cansız bir gülümseme yaratıldı. "Beni kim b...