I won't let

495 56 6
                                    

Ne hayatımı ne de kendimi hiçbir zaman bu kadar sorguladığımı hatırlamıyordum. Bütün bir akşam, gece, sabah, aklım sadece olanlardaydı. Öfkesini bastıramayarak olası bir iletişime geçmemem için şömine ateşine attığı telefonumdan kalanlara bakıyordum. Ellerimde hala o beyaz kumaş sarılı duruyordu ve ben gerçekten de ona ne olduğunu çözemiyordum. Her şey bir kabustan ibaretti sanki, tam onu buldum derken olanlar.. korkunç kelimesi yanında çok az kalırdı doğrusu. Zihnimde bir uyuşukluk, kulaklarımda devamlı uğultu vardı. Ona baktığım zaman nedense olması gerekenden çok daha başka birini görüyordum, o umursamaz, bencil ve duyarsız, umutsuz ressamdan daha çok yıkılmış, kaybolmuş ve ruhu acılar içindeki bir adam gibiydi artık. Çıplak ayaklarla yatak odasının zemininde dolaşmasını dinledim, gözlerim boşluktaydı ve havanın ne kadar soğuk olduğunu hissetmek için ortam yeterince elverişliydi. Titreyerek örtüye sarınmaya çalışırken onu dudaklarındaki marijuana ve üzerindeki incecik bornozuyla yakaladım. Bir şeyler düşünüyordu, düşünürken tüttürmeyi severdi. Dudaklarının arasından koca bir duman yığını salarken tamamı cam olan odanın dışını izliyordu. Gece kar yağmış, her yeri beyaza boyamıştı, aklından geçeni bilmek, karın üstüne resim yapmak kadar zordu.

Burnumu çekip onu izlemeyi sürdürdüm, çıplak bacaklarındaki tüyler birbirlerine yapışmıştı, yürüdüğü zeminde ıslak ayak izleri vardı ve saçlarından hala su damlaları süzülüyordu. Eğer bu şekilde kalmaya devam ederse hasta olacaktı, buna şüphe yoktu. Onu düşünmenin bana ilk kez acı verdiğini fark ettiğim an da o andı. Hayatımda ilk kez, ona dokunmanın zararlı çıkmama neden olacağını hissettiğim an. O gözlerini indirip kirpiklerinin altından bana bakarken bile dokunma ihtiyacım son bulmuyordu, bile bile ateşe girmek istiyordum. Ona dokunmak, dokusunda erimek ve onun bedeniyle kaynaşarak içinde yaşamak. Neler vermezdim bunun için. Ama onun istediği tek şey acı vermekti belki, ıstırap çekerken beni izlemek ve ölümümü bir festivalle kutlamak. Cebindeki parmakları beraberinde siyah, ağır ve korkunç bir şeyle ortaya çıktığında yattığım yerden doğrularak gözlerine baktım. Dudaklarındanki uğursuz gülümsemeden başka hiçbir ifade yoktu ela cehennemlerde. Parmaklarının sıkıca gövdesini kavradığı tabanca ise doğrudan beni işaret ediyordu, alnımın tam ortasını. "Korkuyor musun?" dedi, nefesim hızlanarak göğsümü yararken. Her şeye rağmen dik durmaya çalıştım, kendimi bunu başarabileceğime inandırmak öylesine güçtü ki.. ve sonunda yenildim. Ölmekten değil de, onun yanlış bir şeye karışmış olma ihtimalinden çekindim, onun için korkuyordum sadece. Bana dokunursa, sonrasında pişman olur muydu?

Neden olsundu ki?

"Onunla evlenecek misin?" Bu soru, beklediğim en saçma soruydu belki de. Neden Damien konumuza dahil olmuştu? "Onunla evlenmek zorunda mısın?" dedi düzelterek. Cevabını alamadıkça gerilen yüzü, gözlerinden düşmeye hazır iki iri tane ve ısırdığı dudaklarıyla karşımda titrerken acı acı yutkundum. "Leah," sesi bağırmaya hazırlanan birinin sesi gibiydi. "Onunla evlenme." Korkunun kalbimde yeri kalmamıştı artık. Tek sorun Damien ile birlikte olmamdı. Bundan nefret etmişti, başkasına ait olacağım fikrinden. Benden istediği sonsuza dek yakınında olmamdı bunu apaçık bir şekilde göstermişti zaten ancak isteme şeklinde bir problem vardı, buna emindim. Titreyen dudakları ve sol gözünden yanağına sinen o tek damla öfke problemleri olduğunun sinyalini veriyordu adeta. Dizlerimin üzerinde emekledim, bağlı ellerim ve yatağın yumuşak yüzeyi bunu her ne kadar zor kılsa da, başarmıştım. Doğrulttuğu silahın tam önünde duruyordum. Gözlerimi gözlerine çevirerek sordum; "Minnettarlık hissinin ne olduğu hakkında herhangi bir fikrin var mı?" Benim Damien'a olan sevgim ve saygım, Zayn'siz geçen beş senenin karşılığıydı sadece. Ona, Zayn'e bağlandığım gibi tamamen kalben bağlanmam söz konusu bile olamazdı ama bunu ona karşı kullanacaktım. Ellerimi ona uzattım, zar zor da olsa kavradığım kolunu daha aşağıya, namlunun ucu kalbimin ortasına gelecek kadar indirerek, "Evet," dedim. "Onunla evleneceğim." Kısa, sinir bozucu bir sessizlik oluştu. Öfkesine her an biraz daha yeniliyordu ama yanlış bir adım atmayacaktı, en azından şimdilik. Silahın namlusunu benden uzaklaştırıp tavana dikerken, "Delirmemi istiyorsun." dedi. "Asla onunla evlenmeyeceksin, sadece oyun oynuyorsun." Dudaklarında gergin, cümlesinin aksini bekleyen bir gülümseme oluştu. Silik bir tebessümle ona cevap verdim. "Neden onunla evlenmemem gerekiyor?"

Beklediğim olmuştu. Onu öfkeden delirtmiştim. "Çünkü sen benimsin!" Körük gibi hızla kalkıp inen göğsüne, sonra da öfkeden deliye dönen titrek dudaklarına ve açık kalmış bir musluk gibi ama duygusuz, hızla inen göz yaşlarına baktım. Benim tanıdığım deli dolu, ahmak adam bu değildi. Bir başkası vardı karşımda. Düğün anında bastığı gelin odasını anımsadım, sarhoştu, sallanıyordu ve ağlıyordu. Beni kaybettiği için, daha doğrusu kaybettiğini düşündüğü için kızgın mıydı? Silahını usulca cebine yerleştirirken kendine hakim olmaya çalışarak gözlerini kuruladı. Dudaklarında yine o uğursuz gülümseme vardı. "Ben bir sanatçıyım, katil değilim. Elbette seni öldürmeyeceğim." Göz ucuyla bana bakarak, "En azından biyolojik olarak." diye devam etti, ona öldürebileceği bir ruhumun artık olmadığını söylemeli miydim? Arkasına döndü, bir süre dışarıyı izledi ancak yenemediği öfkesi göz açıp kapayıncaya kadar saçlarıma yapışmasına neden oldu. Canımın acısıyla yüzümü buruşturarak bakıyordum gözlerine. "Bırak beni Zayn." Dişlerimi sıkıyordum acıdan, onu bu hale getiren, bir canavara dönüştüren şey neydi Tanrı bilirdi. "Zamanı geldiğinde, sana zor kullanmak için bu silah çok işe yarayacak, inan bana." Bedenim bedeni altında, hareket kabiliyetimi tamamen kısıtlayacak şekilde duruyordu. Bacaklarımın üstüne oturuyor, belimi sıkarak beni yatağa yapıştırıyor ve boştaki eliyle saçlarımı kavrıyordu. Acıdan delirecek gibiydim ama onu itecek gücüm yoktu. "Bırak beni!" Gözlerimdeki çaresizlik onu nasıl da mutlu ediyordu! Ağlama sırası bana geçmişti ve bunu yaptığı için çok memnundu, gerçekten tanıyıp sevdiğim adam bu muydu?

"Şu haline bak benim tatlı altınbalığım." Nefesi yüzüme, boynuma ve saçlarımın arasına yayıldı sırayla. "Şu güçsüz, korunaksız haline bak.. kurtulmak için bana ihtiyacın var." Saçımı kavrayan eli gevşedi ancak hala üstümde oturuyordu. İşaret parmağı usul usul çene çizgimin üstüne dans ederken yumuşadı, kalbim hala ağzımda atıyordu. Bana sokuldu, sıcaklığı altında eziliyordum ve korku beni hiç bu kadar çok esir almamıştı. "Hala anlamıyor musun Leah? Senin ilacın benim tatlım. Seni kurtarabilecek tek kişi benim.. sen benimsin, benim kalmalısın. Bana ihtiyacın var." Dudaklarıma inen gözlerini kaldırarak yerinde kaydı, göğsümün üstüne uzanmasını ve beni kollarının arasına sıkıştırmasını tepkisiz bir şekilde, tedirginlikle seyrediyordum. Kapanmaya başlayan gözleriyle uyuşan bedeni küçük bir çocuk gibi üstüme iyice yerleşirken bana, "Seni göndermeyeceğim." dedi. "Onunla evlenmene izin vermeyeceğim."

goldfish | zayn Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin