37

5.9K 440 33
                                    

Bugün Rüzgar'ın abisi geldi. Yani öz abisi olmayan abisi.

Aman işte her neyse.
Rüzgar ailesini kaybettikten sonra Yiğit abiyle tanışmış, kısa sürede birbirlerini abi-kardeş bilmişler. Kayıplarından sonra büyük bir ölçüde toparlanmasında yardımcı olmuş Yiğit abi. Tabi Yiğit abinin de yardıma ihtiyaç duyduğu anlarda hemen koşar Rüzgar.

Yani...

Ne bileyim...

Öyle işte...

Şimdi koridorda oturmuş konuşuyorlar. Ben aynı hastane odamdayım, biliyorsunuz işte.

Gün geçtikçe anlatacağım şeyler tükeniyormuş gibi hissediyorum.

Hayatın değerini biliyorum, ama gün geçtikçe daha da bitiyor sanki. Saniyelerim ellerimin arasından kayıp giderken ben boş boş oturuyormuş gibi hissediyorum.

Yeni bir kum saati, benim için tükeniyor sanki...

Yavaşça yatağımdan kalkıp kapıya doğru yürüdüm ve derin soluklar eşliğinde kapının önüne oturdum. İki adım atar atmaz yoruluyordum şimdi. Oysa önceden koşsam bile yorulmazdım.

"Bu günler de geçip gider Rüzgar." diyen Yiğit abinin sesi geldi ilk önce. Çok fazla bir sohbetimiz olmamıştı ama iyi çocuktu vesselam.

"Bu günler geçer ama,..." diyen Rüzgar'ın sesini duyunca ona dikkat kesildim birden. Onu çok üzüyordum değil mi? "...o geçip gitmesin abi."

"Oğlum seven insan hiç gider mi, mantıklı konuş biraz." dedi Yiğit abi. "Seven insan sever, kızar, döver, öper, kafana tavayla bile vurur, ama vurduğu yere bir öpücük bırakır. Tüm acıların uçup gider. Seven insan herşeyi yapar, ama bırakmaz oğlum."

Gülümsedim.

Seven insan bırakmazdı.

Bırakmaya zorlanırdı.

Bu zorlamaya karşı verilen savaş da aşk derlerdi insanlar.

Aşk acı çekmekti belki.

Aşk acı çekerken gülümsemekti.

Aşk, kalbine sivri okların saplanmasıydı belki, ama verilen savaşa rağmen o okların ucunda birer çiçek açardı.

Acı kaybolmazdı belki ama acıyla mutlu olurdu insan.

Belki de aşk, sen boğulurken diğer herkesin nefes aldığını görmek gibiydi...

"Hele bir bıraksın..." dedi Rüzgar, kısa süreli bir sessizliğin ardından. "Bırakırsa kulağını çekerim onun."

"Ha şöyle iyi ol biraz. Önceden hastaneye gidince ferahlardım ben, şimdi içim karardı. Rüya iyileşecek ve ben bu halini çocuklarınıza anlatıp anlatıp güleceğim." diyen Yiğit abiyle birlikte Rüzgar'ın o güzel sesinden hafif bir gülüş döküldü.

"Çocuk?"

"En az beş tane!"

"Siz yapın beş çocuğu."

"Bende iki tane kerata var zaten Rüzgarcım. Aramızda üçün beşin lafı mı olur?"

Ne biçim konular konuşuyorlardı bunlar?!

Lan ben utandım burada!

Beş çocuk diyor.

Tamam biraz komik ama olsun.

Ayıp lan.

"Doğumda çok acıyor mu onların canı?" diyen Rüzgar'la birlikte dizlerimi kendime çekip kafamı dizime yasladım.

Al işte!

Nasıl bakacağım ben şimdi onların yüzüne.

Ya olum erkekler neden bu kadar açık konuşmak zorunda ya?

"Gülay'ı biliyorsun, zor bir hamilelik geçirdi. Doğum sancısı geldiğinde evdeydik. Daha 3 hafta var diye de rahattık biraz. Birde ilk çocuk ya, telaşı ayrı oluyor. Çocuk geliyor diye bir çığlık atmıştı, yemin ediyorum bende çığlık attım. Gülay'ı da düşün. Kız gülsün mu ağlasın mı?" diye anlatırken gülüşme sesleri yüzünden kısa bir ara verdi anlatmaya. Bende elimi ağzıma kapatmış, sessiz sessiz gülüyordum.

"Hastane yolunda çok kötüydü. Arabayı hızlandırmak istiyorsun ama dikkatli kullanmak da zorundasın. Bir yandan Gülay'ın küfürleri, bir yandan da sanki ben doğuruyormuşum gibi nasıl nefes alacağını göstermem derken hastaneye ulaşabildik. Onun her bir çığlığında sanki senin kemiklerini söküyorlar da susmaya yemin ettirmişler gibi hissediyorsun. Doğumhaneden beni kovduklarını anlatmış mıydım?"

"Hayır." dedi Rüzgar, hafif bir gülme tonunda. 

"Doğumda bir ara Gülay baygınlık geçirdi. Ciddi söylüyorum kafayı yedim. Tek kelimeyle kafayı yedim. İnsan hayatında hiçbir zaman öyle çaresiz hissetmiyor. Çığlık atsa, çığlıkları kemiklerimi yerinden sökse, o sessizlikten çok daha iyiydi."

"Öyle..." diyen Rüzgar'la birlikte düşüncelerim başka yönlere kaymıştı bile.

Ben her bayıldığımda Rüzgar böyle mi hissediyordu?

Gözlerinde gördüğüm korku ve endişenin gerçek boyutu böyle miydi?

Kalbinden öptüğüm adamın canı böyle mi acıyordu?

Söylesenize dostlar.

Benim iyileşmekten başka çarem var mıydı?

Geride bıraktığım bunca candan sonra, birde o canların hepsini yakacak olmam zaten başlı başına bir kabus iken, ben nasıl olur da savaşmaya cürret edemezdim?

Kalbimi kalbine koymuştu o adam. Öyle süslü lafta kalarak değil, cidden kalbinde kalbimi taşıyordu o benim. Benim kalbimde de onun kalbi vardı zaten. Şimdi bu kalp nasıl duracaktı, içinde onun canı varken?

"Ama..." dedi Yiğit abi yeniden konuşarak. "O miniği kucağına alınca diniyor tüm acıların. Düşünsene biraz. Kucağında aynı ona benzeyen bir yavru. Senin yavrun... Kokusuna kadar o kadar güzeldi ki. O kadar acıyla geliyor ama, gelişi o kadar güzel ki, bir bakmışsın çektiğin tüm acılar birden kaybolmuş."

Tümör《Final》Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin