‘’Lanet olsun nereye düştük biz?!’’ Luhan şaşkınlıkla kafasını kaldırıp etrafa baktı, ağzını kocaman açıp çığlık atacakken Kai elleriyle ağzını kapatıp kendisine çekti, çocuğun kulağına fısıldadı,
‘’Tek kelime edersen ikimizde ölürüz,’’ Luhan korkuyla gözlerini kaparken burnuna dolan Kai’in kokusundan nefret etti. Kai tehlikenin geçtiğini anladığında oğlanı rahat bıraktı, silkelenip etrafta göz gezdirdi, Luhan titreyen bacaklarına engel olamadan kendisini yerde buldu, üzüntüyle saçlarını karıştırıp Kai’e açıklama yapması için baktı, Kai yavaşça oğlanın önünde eğilip ona yaklaştı,
‘’Nereye geldiğimiz hakkında en ufak bir fikrim yok ama az önce gördüğün yaratık gibi daha niceleri olabilir, hepsi o yaşlı bunak yüzünden!’’ Sinirle dudağını ısırıp devam etti,
‘’Şuan gece mi gündüz mü ayırt edemiyorum, her şey korkutucu bir şekilde siyah rengine bürünmüş,’’ Eline aldığı yaprağı toz haline getirip karşısındaki korkmuş oğlana baktı,
‘’Luhan biran önce o bilekliği bulup geri dönmeliyiz,’’ Oğlan ayağa kalkınca kolundan tutarak gitmesini engelledi,
‘’Birlikte! Birbirimizin sırtını kollamazsak burada bir gün dahi geçiremeyiz,’’ Luhan sinirle saçlarını geriye atıp sordu,
‘’Tamam bir planın var mı?’’ Kai etrafta gözlerini gezdirip elindeki feneri ona verdi,
‘’Yok,’’ Luhan gözlerini devirip söyledi,
‘’Pekala gidelim,’’ Luhan ve Kai yan yana yürümeye başlayıp siyah ormanın içinde doğru ilerlemeye devam ettiler. Luhan başını kaldırıp gökyüzüne bakmaya çalışıyordu ama ağaçlar o kadar uzun ve büyüktü ki tamamen gökyüzünü kaplamıştı, etrafa bozuk bir et kokusu ve ürkütücü bir melodi hakimdi. Luhan’ın şimdiden tüyleri diken diken olmuştu, bir etrafa bir Kai’e bakıp yürüyordu. Kai’in elleri cebinde korkmuyormuş gibi davranarak sırıttı, düz yolda yürürken rüzgar şiddetlenmişti, gözlerini kısıp yürümeye devam ettiler, büyük çaplı bir çığlık ormanda yankılanıyordu. Aynı anda Kai ve Luhan birbirlerine bakarak ne olduğunu anlamaya çalıştılar, bu çığlık bir adama aitti. Kendilerine doğru gelen ayak sesleriyle irkildiler, Kai Luhan’ı yavaşça bir ağacın arkasına çekip gelenlere baktı, en önde yüzü ve bütün vücudu kanla kaplanmış, her tarafında morluklar ve yaralar olan, üzerinde yırtık bir şorttan başka bir şeyi olmayan ve omzuna saplanan oku zorluklarla çıkartıp yola atan bir genç çıktı, Kai donmuş bir şekilde zavallı genci izlerken oğlan arkasından gelenlere bakıyım derken sertçe yere kapaklandı, dudaklarını ısırıp sesinin yayılmaması için uğraşırken atlılar arkadan büyük bir coşkuyla oğlana doğru geliyordu. Luhan dayanamayıp kanlar içerisindeki gence yöneldiğinde Kai geri dönmesi için bağırıyordu,
‘’HAYIR LUHAN!! GERİ DÖN!!’’ Luhan kendisine şaşkınlıkla bakan kanlar içerisindeki genci hızlıca taşıyıp Kai’in yanına döndü, bir grup atlı yetiştiklerinde etraf ölüm sessizliğine bürünmüştü, Luhan acılar içerisindeki oğlanın ağzını elleriyle kapatırken korkuyla gözlerini kapatıp onları bulmamaları için dua etmeye başladı, Kai cesaret gösterip kafasını onları görebilecek şekilde dışarı çıkardığında bunu yapmamış olmayı diledi, atların siyah kemikleri üzerinde birkaç kırmızı etten başka oluşan hiçbir şey yoktu, dişleri kan kırmızılığında ve nefes alış verişlerinde burnundan buharlar çıkarıyordu ve tabii ki de üzerinde sahibi vardı. Üzerinde bir parça kumaşla vücudunun alt bölgesini kapatan derileri kemiklerine yapışmış, boyları çok kısa olmamakla birlikte vücutları gri renkli kafalarında belli olan bir sürü kırmızı damarlar yaralar ve kesiklerle köpek dişleri kadar keskin olan sarı dişleriyle, ellerindeki oklar ve çok sayıda keskin aletlerle ortalıkta sendeleyen oğlanı arıyorlardı. Daha çok yamyam ve zomby karışımı bir canavarlardı, arkadan bir grup iskelet köpeklerle gelip armaya devam etti. Köpekler kokularını alıp onlara doğru geliyorken Luhan cebinden hızla Kyungsoo’nun verdiği kolyeyi çıkartıp yerde bayılmış oğlana ve kendisine geçirdi, Kai onlara şaşkınlıkla bakarken sordu,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BRAVE SOUL
FantasyOnları hayata döndürecek olan 'kristal mor bileklik' değildi... Onların ihtiyacı olan tek şey Gerçek Aşk ve Dostluktu...