"Umarım mantıklı bir açıklaman vardır." Yanımdaki boş sandalye öfkeyle fırlatılan çantayla dolduğunda gözlerimi elimdeki kahveden ayırıp masaya ellerini dayayan Drew'e kaydı. Dudağımı büküp bitmek üzere olan kahvemi bardağın içinde sallamaya başladım.
"Otursana." Karşımdaki sandalyeyi sinirle çekip yayılarak yerleşti. "Elvie nerede?" Kaşları her zamankinden daha fazla çatılırken ağzının içinde bir şey yiyormuş gibi hareket ettirmeye başladı.
"Nerede olabilir?" Öne doğru gelip ellerini masanın yarısına kadar uzattı.
"Okulda." Mırıltım ile tekrar arkasına yaslandı.
"Marvel ile gitmişsin."
"Sandığımdan daha geç öğrenmişsin." Dedim alayla. "Dalga mı geçiyorsun?" Başımı iki yana sallayıp gülümsememi genişlettim.
"Nereye gittiniz?"
"Emma'ya." Bardağımı oynamayı bırakıp masanın üzerine sertçe koyarken gözlerini bende sabitlemişti. "Emma?" dedi kısılan gözleriyle.
"Mezarlığa götürdü beni Elvie'nin ailesiyle tanıştım." Marvel ne kadar inandırıcı gelmesede orada yazan isimler içimi acıtıyordu.
"Nasıl gittiniz oraya?" Sesi mırıltıyla çıkmıştı, sanki duyduğu isim bir an nefes almasını engellemişti. Tekrar dudağımı büktüm, bilmeye hakkı olup olmadığını düşünürken elini bacağına vurup düşüncelerimden sıyrılmamı sağladı.
"Arabasıyla gittik sanırım bilmiyorum onu daha önce araba ile görmemiştim."
"Onun arabası yok." Dedi aynı hızla. Bunu tahmin etmesi çok da zor değildi. Bilmiyormuş gibi kafamı salladım. "Benimle bir yere gelir misin?" Saçlarının arasına gömdüğü elini çekmeden kısa süre bana baktı. "Şimdi mi?" Başımı salladığımda saatine baktı. İstediği zaman her yere gidebilirdi, onu bekleyen ya da onun beklediği birisi yoktu hayatında. Ya ben öyle sanıyorsam?
"Anlatmayacak mısın?"
"Gitmemiz gerekiyor. Ben gidiyorum gelmek istiyor musun?" Oturduğum yerden kalkıp çantamı omzuma astım. Homurdanarak yerinden kalktığında fırlattığı çantasını tutup kollarının arasına doğru attım. "Umarım geçerli bir sebebi vardır."
"İki kahve alsana."
"Emredersin."
"Acı olsun, olabildiğinde acı." Omzumun üstünden ona bakıp hafif gülümsedim. Kapıdan hızla çıkıp soldaki boşluğa doğru koştum. Duvara yaslandığımda taşlı duvar sırtımı acıtmıştı. Çantamın içinden Emma'ya ait olduğuna inanmak istediğim kağıtları çıkarıp yazdığı adrese baktım. İçimden birkaç kere okuyup hızla buruşturup cebime attım.
"Ne yapıyorsun burada?" Çantamın ağzını kapatıp arkamı döndüm. "Üzerimi düzelttim." Gülümseyip elindeki kahvelerden birini kaptım. "Sağdan gideceğiz." "Nereye?"
"Ben de bilmiyorum."
"Şu gizemli hallerinden çok sıkıldım."
"Bu yüzden mi kendini sevmiyorsun?"
"Ne alaka?"
"Benden daha gizemlisin." Yan gözle bana bakıp kahvesinden bir yudum aldı. Benimkiyle aynı olduğunu kokusundan anlamıştım.
"Paranormal olaylara inanır mısın?" İlginç bir soruydu. Yolu yarılamıştık. Aklımda kalan adresle ışıklarda durup boşta kalan elimi cebime yerleştirip ona baktım. "Sanırım hayır."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KATH
Mystery / Thriller"Seni duyabiliyorum. Sen beni anlamasan da senin içini okuyabiliyorum. Ben çok farklıyım. Benden uzak dur. Bu kitaplardan da..." Ne demek istediğini anlamaya çalıştı bir süre. Ölecekti, ölüm kitapların içinde ve o okumaya devam ettikçe onun gibi...