dolu kadehi ters tut // sen ve ben
Çilek reçeli kavanozumu iyice koltuğumun altına sıkıştırıp, Park Chanyeol'e el salladıktan sonra asansör beklemek yerine merdivenlerden çıkıp Oh Sehun ile ortak yaşadığımız evimize vardım. İçeriye girdiğimde anahtarımı yandaki çanağa koydum, mutfaktan Sehun'un birileri ile konuşma sesi geliyordu, evde başka biri var sandım. Tamamen mutfağa girdiğim zaman Kim Jongdae ile görüntülü konuşarak, bir şeyler hazırladığını fark ettiğimde yüzüm asılmıştı. Oysa güzel başlamıştım güne, kış güneşi de gitmemiş Seul sokaklarında ışık saçıyordu üstelik.
Sehun ile göz göze geldim ama konuşmadık ikimizde, kavanozu masanın üzerine bırakıp , kıyafetlerimi değiştirmek adına çıktım mutfaktan. Önce montumu çıkarttım, sonra pantolonumu. Dolaptan koyu pembe renkli, üzerinde 'barbie' yazılı tişörtümü çıkartıp giydim. Bir aralar kadın reyonundan almıştım bunu, üzerinde çamaşır suyu lekesi olmasa dışarda da giyerdim. Bunu satın aldığım dönemlerde kıyafetlerin cinsiyetsiz olduğu başta olmak üzere renklerin, sanatında cinsiyet ayırt etmediğini düşünüyordum.
Dolabımın kapağını kapatıp, aynada kendime baktıktan sonra montumun cebinden sandviç paketine sardığım krizantemleri çıkartıp Sehun'un odasına yürüdüm. Kapıyı açtığımda, yatağının üzerindeki 94 numaralı form karşılamıştı beni , antrenmana gidecekti belli ki. Yatağa yaklaşıp, krizantemleri bıraktım öylesine ve formayı ellerim arasına aldım.
O maça gidemeyeceğim için yüreğim sızlıyordu, her şey için yüreğim sızlıyordu aslında.
Formasını çok seviyordum. Oh Sehun'a ayrı bir hava, ayrı bir yakışıklılık katıyordu. Hele ki maçı kazandıkları zaman kaskı çıkartıp, siyah saçlarını savurduğunda nefesim kesiliyordu. Daha çok aşık oluyordum. Formayı hafiften ellerim arasında sıkıştırıp, kokusunu içime çektim. Oh Sehun'a has kokuyu, anında mayıştırmıştı beni. Yanağımı formaya sürterken bulmuştum bir an kendimi, deli gibi çarpıyordu kalbim. Geri yatağın üzerine bıraktım ve krizantemleri elime alıp, komodinin üzerinde duran şu an okuduğu kitabın arasına koydum. Rus Dili ve Edebiyatı okuduğu için çoğu kitabı Rusçaydı.
İşimi bitirdikten sonra odasından çıkıp mutfağa vardım. Görüşmeleri bitmişti, sandalyeye oturmuş telefonu ile ilgileniyordu.
"Neredeydin?" dedi ben tezgah üzerinde duran sürahiye ulaşırken.
"Chanyeol ile birlikteydim."
"Eğlendin mi?" dediğinde cevap vermeden, bardağa doldurduğum suyu tepeme diktim. Ocaktan kaynama sesleri geliyordu, bakışlarım bir an oraya kaydığında yemek pişirdiğini fark etmiştim.
"Ne bu?" Merakla tencerenin kapağını açtığımda hoş kokular geliyordu burnuma.
"Sebze çorbası. Biraz halsiz hissediyorum kendimi. Az önce Jongdae ile beraber yaptık." dediğinde sandalyeye oturuyordum ve dengem biraz bozulmuştu, düşüyordum. Demek görüntülü konuşmayı bu yüzden yapıyorlardı.
"Jongdae yemek yapmayı biliyor mu?" dediğimde, telefonu masanın üzerine bıraktı.
"Evet, öğrenmiş. Çok lezzetli eli var." Sonra sandalyeden kalkıp, çorbaya bakmaya gitti.
"Ne zaman dönecek?" Keşke hiç gelmese.
"Haftaya burada olacak."
"İki hafta dememiş miydin?" Sandalyede yan dönüp, kolumu sandalyenin tepesine koydum. Bana cevap vermeden önce kaşıkla çorbanın tadına bakıyordu, üzerine geniş omzunu ortaya çıkartmış beyaz bir tişört altında da mavi bir jean vardı, nasıl da güzel etkiliyordu beni. Sanki öylece dursa bile düşecekmişim gibi hissediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
told you so •sekai
Fanfictionİlk birlikte oluşumuzun üzerinden bir hafta geçtiğinde, bana gelip dövmesini göstermişti. Yüzük parmağına küçük bir güneş dövmesi yaptırmış, bana da birine aşık olduğunu, parmağında bir ay dövmesi görmeyi çok istediğini söylemişti. Bana sandım, ben...