mehmet güreli // kimse bilmez
Rezenemin son yudumunu da içtikten sonra gül desenli fincanımı sehpanın üzerine bırakıp, ellerimi koltuğum kenarında yerleştirdikten sonra üzerine başımı koydum. Sabah ilk derse katılacak kadar mecalim vardı sadece sonrasında baş dönmesi ve mide bulantısı ile zor atabilmiştim kendimi eve. Bu içtiğim üçüncü rezene fincanıydı, arada sırada mide bulantım duruyor sonrasında tekrar şiddetlendiğinde yeniden demleyip içiyordum.
İçimdeki sıkıntının bir sonu yoktu. Oh Sehun'dan vaz geçebilme zorunluluğumu sürekli kendime hatırlatıyordum. Bana iyi gelmiyordu, beni görmüyordu, beni sevmiyordu, sevmemiyordu. Daha fazla peşinde koşacak gücüm kalmamıştı, ne kadar koşarsam koşayım, ne kadar hızlı olursam olayım beni hiç görmeyecekti. Olan yine bana ve koşmaktan yaralar oluşmuş ayaklarıma olacaktı. En azından şimdi ondan vaz geçebilirsem, hiçbir şey için geç olmayacaktı.
Ama sorun şuydu ki; ben Oh Sehun'dan nasıl vaz geçebilecektim? Nasıl başaracaktım bunu? Eğer yapabilirsem tamamen çıkacak mıydı kalbimden? Unutacak mıydım onu? İşte bunları düşündüğümde ama aralarındaki en önemli olan soru nasılın cevabını bilmediğimden kalbim sıkışıyordu.
Karnımı okşayarak ayağa kalktım. Her yer Oh Sehun'un hatıralarıyla doluydu, bana her şey onu hatırlatırdı. Ondan vaz geçtiğimde, aynaya baktığım vakit bile yüzümde onu görürdüm çünkü burnumun ucundan öperdi, dudaklarımdan ve göz kapaklarımdan. Bedenimde bile Oh Sehun'un hatıraları varken ondan nasıl kurtulabilirdim ki?
Tişörtümü hafiften kaldırıp düz karnımı ovalayarak geziyordum salonun ortasında. Burada da anımız vardı, ilk içkimi onunla bu koltukta içmiştim ve ilk sevişmemizde yine bu koltukta olmuştu. Fesleğenlerime ilk saksıyı Oh Sehun almıştı, ilk fincanımı da öyle. Bütün hatıralar film şeridi gibi gözlerimin önünden geçerken göz yaşlarım dökülüyordu birer birer, bu da Oh Sehun içindi.
Odanın içinde bir sağa bir sola hareket ediyordum, bakışlarımı tavana dikmeye çalışsam da olmuyordu. Canım yandığı için kapatıyordum ara sıra. Sonra bir anda bütün birikmiş göz yaşlarım akın ettiğinden olduğum yere çöküp, başımı dizlerime koyarak hıçkıra hıçkıra ağladım.
Artık gözümden yaş gelmediğinde başımı kaldırdım yavaşça dizimden. Baş ağrım daha da çoğalmıştı, mide bulantım aksine hafiflemişti. Sendeleyerek ayağa kalkıp, mutfağa geçtim. Dördüncü fincan rezenemi de hazırladıktan sonra, cam şişeye de suyu doldurup odamdaki balkona çıktım. Hava yağmurluydu ve ben üstümde gri sıfır kol atletim ve altımda baksırımla öylece çıkmıştım. Masanın üzerinde kalmış sigara paketini yokladığımda kalan son iki taneden birini alıp dudaklarıma yerleştirdim. Daha sonra bu soğuğa daha fazla dayanamayacağımı fark ettiğimden eşofman altımı giymek ve üzerime battaniye almak adına içeri girdim.
Şimdi yalın ayaklarımı karşımdaki sandalyeye uzatmış, Oh Sehun kokulu bebek battaniyesine sıkıca sarılmış, önümde rezene dudağımda sigara ile boş bakışlarla gökyüzünü izliyordum.
Daha önce kendimi hiç bu kadar yalnız hissetmemiştim. Koca Dünya'da sanki bir anda kimsesiz kalmış gibi hissediyordum. Birilerini aramak istedim, birilerini aramak ve birkaç saniyeliğine de olsa yalnızlığımı gidermek. Do Kyungsoo şimdi dersteydi, Park Chanyeol'u aramak içimden gelmiyordu, Oh Sehun telefonumu açmazdı. Ben de kalan en son tercihimi kardeşimden yana kullandım ve dördüncü çalıştan sonra duydum sesini.
"Açmazsın sanmıştım."
"Neden ben senin gibi miyim?" dediğinde güldüm hafifçe.
"Nasılsın Haechan? Nasıl gidiyor? İyi misin? Anne ve babam nasıl?" dediğimde onun sesini duymak neden beni bu kadar derinden etkilemişti bilmiyordum ama şu an iç çekişi bile yeniden ağlama krizine girmemin sebebi olabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
told you so •sekai
Fanfictionİlk birlikte oluşumuzun üzerinden bir hafta geçtiğinde, bana gelip dövmesini göstermişti. Yüzük parmağına küçük bir güneş dövmesi yaptırmış, bana da birine aşık olduğunu, parmağında bir ay dövmesi görmeyi çok istediğini söylemişti. Bana sandım, ben...