Kaskımı motorun ön kısmına geçirip, ceketimi düzelttikten sonra; elimdeki pizza kutusunu sağlam bir şekilde tutmaya çalışarak binanın içine girmiş, her zamanki gibi ikinci kata, daire üçe çıkmıştım.
Her gün, evet, neredeyse her gün çalıştığım yeri arayıp pizza söyleyen bu evin sahibini bir kez olsun görememiştim, her seferinde kapının önündeki ayakkabı dolabının üstüne gerekli parayı bırakıyordu, kapı hep biraz aralıklıydı ama girmeye ürküyor gibiydim, çünkü, biraz garip bir durumdu işte. Biri sürekli pizza istiyordu fakat parayı her zaman o dolabın üzerine iliştiriyordu. Ben de, geldiğimi anlasın diye kapıyı birkaç kez tıklatıp, pizzayı o dolabın üzerine bırakıyor ve çıkıyordum.
Yine rutin bir işcesine hızla merdivenleri tırmandıktan sonra aralıklı kapıya yaklaşmış, dolabın üzerinde gözlerimi gezdirmiştim fakat, bu sefer para yoktu. Kapı yine aralıklıydı, içerden tıkırtılar geliyordu ve ben içeride yaşayan kişi veya kişilerin cinsiyetini bile bilmiyordum.
Derin bir nefes alıp, parmaklarımı tokmağa kaydırdım ve aralıklı kapıyı birkaç kez tıklatıp beklemeye başladım, ancak, ses yoktu. Bir cevap yoktu, kapıya çıkan bir beden yoktu, param yoktu-Patronum vardı-evet, bunun parasını benden kesecek bir orospu çocuğu patronum vardı.
Kapıyı birkaç kez daha tıklattıktan sonra, içimde doğan merak duygusunu bir kenara itmektense kapıyı ittirmeyi, gözlerimi içeriye kaydırmayı ve siktir, evin içini görmeyi seçtim.
Her yer kağıtla doluydu, tuvaller, boyalar... Ama en çok kağıtlar. Koltukların üzerinde bile karalanmış; buruşturulmuş, istenmeyen kağıtlar vardı. Pizza kutuları her yerdeydi, odanın tam ortasında bana sırtı dönük, üst bedeni tamamen çıplak ve önündeki tuvale fırçasını hırsla sürten; simsiyah saçları ensesini dahi kapatan, zayıf, kürek kemikleri çıkık bir adam duruyordu. Bir eli sıkıca şovaleyi tutmuştu, çıplak ayaklarını yere hızla vurup çekiyordu ve deli gibi stresli olduğu her yerinden belliydi. Elleri boya içindeydi-hayır, her yeri boya içindeydi. Sırtına dahi sürülmüş sarı boya, bana doğru hafifçe dönen yüzünün, yanak kısmına dahi sürülmüştü.
"Hayır," Derin ve hırıltılı bir ses dudaklarından döküldüğünde, bu, siktiğim ses dünya üzerindeki en seksi şeydi. Sırtımı sertçe kapısına yasladım, onu izlediğimi bilse beni öldürür müydü? "Çok çirkinsin, hayır-Olmadı, benzemedin, bu kadar çirkin değildi, hayır. Hayır. Sikeyim, bok gibi oldu, benzemedin! Saçları daha güzel-Olmadın."
Hızla ve kendi kendine mırıldanırken tuvali sertçe çekip duvara fırlatmış, resim ters bir şekilde yere düşmüştü. Evde yükselen kısık sesli müzik dahi sinirini bozuyormuşcasına yerinden kalktı ve müzik çalara elini sertçe vurup sesi kesti. Sinirliydi, ayağıyla sürekli kağıtları itip duruyor, ellerini saçlarından geçiriyor, resme bakarak, sürekli, olmadın diyordu. O daha güzel, hiç benzemedin!
Derin bir nefes alıp, yüzünü görmediğim için, bu çıldırmış bedenin kime ait olduğunu deli gibi merak etmeye başladım. Elimi, yavaşça kapının kulpuna kaydırdım ve pizzayı yere bıraktım. Parayı almaktan vazgeçmiştim, sadece kutuyu ittirip, oradan çıkmayı düşündüğümde, ağır bir hareketle yüzünü dönen bedenle, olduğum yerde kalakalmış, sertçe yutkunmuştum.
Önce duraksadı, parlak, bronz teniyle kaplanmış alnına dökülen simsiyah saçları ince bir kadifeyi andırırken, büyük gözleri kocaman açılmıştı, kalın; vişne çürüğü oval dudakları aralıklı; düzgün dişleri bembeyazdı. Burnu hafifçe büyük ancak şekilli, omuzları ve göğsü geniş ancak beli incecikti, sikeyim, göğsünde boyalar dans ederken belinden düştü düşecek pantolonuyla dizlerimin bağını çözmüş, beni bir uçuruma yuvarlamıştı.
Parmaklarım kulpu iyice sıktığında, "Ah.." diye bir ses çıktı dudaklarından. Bana bağırır, çağırır, evine girdim diye kızar zannediyordum ama dudakları yavaşça kıvrılıvermişti. "Siz... Şey, ben-Ben unutmuşum, hemen ücreti getiriyorum."
Yutkundum, hızla kafamı salladım ve evden çıktım. Ayağımı titrerek onu bekliyor, derin nefesler alıyoe ve az önce gördüğüm şeyi hazmetmeye çalışıyordum-Hayır, hazmedemiyordum, Tanrı aşkına, herif Tanrı'nın ta kendisi gibiydi. Gerçek miydi? Gerçekten, gerçekten az önce gördüğüm kişi insan mıydı? Hayır değildi. Hayır.
Ayak seslerinden anladığım kadarıyla yaklaştığını fark ettiğimde gözlerimi sıkıca kapatmış, "Ihm.." mırıltısıyla hızla açmıştım. Ellerim titredi, "Üzgünüm, gerçekten... Ama ne kadar ödemem gerektiğini unuttum." Derken öyle zarif, öyle kibar ve öyle narin görünüyordu ki, parmaklarındaki yüzüklerden birini çekip almak; oradan kaçmak istedim.
"5346 won." Hızla söyledim, dudağının kenarı tekrar kıvrıldı, "Pekala.." dedi. Kahverengi deriden yapılmış cüzdanından çıkardığı parayı, titrek ellerime bırakıp, "Teşekkürler." Demiş ve evin içine girmeden önce, "İyi günler." Diye devam ettirmişti.
Ve o günden sonra, her gün kapıya çıkması için Tanrı'ya yalvarmıştım.
***
Bu fic guzel olcak
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kim Taehyung | taekook ✔
Fanfictionannem çok küçükken öldü beni öp, sonra doğur beni