Yatağımın, masamın ve odamdaki halının üzerindeki kıyafetler; kitaplar ve çöpleri toparlayıp kaldırmış, atılması gereken şeyleri atmış ve neredeyse bir yıldır yapmadığım temizliği yapıp mutfağa yönelmiştim.
Bugün Taehyung gelecekti.
Bu yüzden hızlı olmam gerekliydi! Evet, hemencecik şu fırındaki keki çıkarmalı; onun için yaptığım vişneli sosu dökmeli, sonra da salonda, hala L koltuğumuzun üzerine bir deniz yıldızı gibi uzanmış kalkmayan aptal Yugyeom'u evden atmam gerekiyordu. Ev tabiri caizse duman altıydı, sürekli sigara içip durması bir yana bir de camı açtırtmıyor, kafama esiyor, başımı ağrıtacak diye hayıflanıyordu. Dünyanın en berbat ev arkadaşına sahiptim, Tanrım, Taehyung'un onu görmesini falan da istemiyordum.
Mutfağa girdiğim gibi sağ elime geçirdiğim eldivenle fırını açtım ve kabarmış, çikolatalı keki gülümseyerek çıkardım. Ellerim çok hassastı, hemencecik yandığı için kek kalıbını tezgaha bırakıp fırının fişini çekmiş ve sonra, çekmeceden çıkardığım çatalı kekin birkaç yerine batırmıştım. Onun soğuması için bekleyeceğimi hatırladığımda eldiveni çıkarıp yerine astım ve kekin güzel oluşuyla içimde oluşan mutluluğu, Yugyeom'un evde olduğunu hatırlayıp "Yugyeom!" Diye adeta çığlık atarak bozdum. "Kalk o koltuktan, çürüttün orayı!"
Bana bir cevap vermediği için sinirle salonun kapısından içeri daldım ve bulduğum ilk yastığı yüzüne fırlatıp üstüne doğru koştum; "Hayır!" Diye bağırarak ellerini kaldırsa da kendimi üzerine bırakıp saçlarını çekmeye başlamış, "Sana kalk demedim mi?!" Diye çığırmıştım. "Ha? Kalk çabuk, misafirim var diyorum!"
"Ne misafiriymiş bu?" Merakla sordu, ellerimi kendinden uzaklaştırmak için vurmaya çalışıyor ve kafasını iki yana sallayarak yüzüme bakmaya çalışıyordu. "Ben niye kalamıyorum? Çıkmak istemiyorum bugün-Param yok."
"Ben vereceğim?"
"Tamam, ama önce kimin geldiğini göreceğim?"
Derince oflayıp kafasına bir tane daha vurdum, üzerinden kalktım ve tekrar mutfağa döndükten sonra sosu keke döktüm. Daha sonra odama koşup üzerime siyah kotumu ve beyaz tişörtlerimden birini geçirmiş, pantolonumun belinden tişörtü sokup kemerimi takmıştım. Saçlarım, yıkayıp kendi kendine kurumaya bıraktığım için kıvırcıklaşmıştı ve üzerime neredeyse boca ettiğim parfüm yarısına indiği için yenisini almak için para biriktirmekçm gerektiğini düşünüp odadan çıkmıştım. Acaba ne zaman gelirdi?
Yugyeom'a pencereyi açmasını söyledikten sonra kapının yanındaki aynada kendime bir baktığımda, fena görünmediğime kanaat getirmiştim çünkü Tanrı'ya şükür, yüzümde herhangi bir şey yoktu. Ne sivilcem vardı, ne de bir leke. Yalnızca yanağımdaki uzun çizik, evet o izden nefret ediyorum, biraz sinirimi bozuyordu.
Bir süre daha gelmesi için beklerken kendimle uğraşmış, en sonunda çalan zille ellerimi çırpıp son kez aynaya bakmıştım. Yugyeom ne bok yiyordu umrumda değildi, eğer rahatsız ederse odama geçebilirdik. Zaten orayı da toparlamıştım ve koltuklarımı seveceğine de emindim.
Alt dudağımı hafifçe ısırıp burnumdan sert bir nefes verdim ve işte, kapının kulpunu indirdikten sonra, hemen karşımda, açık kahverengi kumaş pantolonunun içine sıkıştırdığı; beyaz, göğsünün bir kısmını açıkta bırakan, kolları dirseklerine doğru inen gömleği, güzelce ayırdığı sarı saçlarıyla çok, çok güzel görünen Taehyung vardı. Sağ koluna kabanını asmış, dudaklarına güzel gülümsemesini yerleştirmiş ve gümüş rengi piercingleriyle kulaklarını süslemişti. Parmakları ince, taşlı yüzüklerle doluydu ve incecik bileğini saran saati de küpeleriyle aynı yapıdaydı.