Çalışmaya başladığım bu pizzacıya gelen her siparişi yetiştirmeye çalışmamın sebebi, o esmeri tekrar görme isteğimdi.
O gün, başka bir diyardan kopup geldiğini sanmıştım. Kavruk teni, simsiyah, ensesine doğru uzayan ince telli saçları; iri gözleri, ince beli, uzun ve ihtişamlı parmakları, ufak gülümsemesi, naif bakışları, kibar konuşması... Her şey, her şeyi çok farklı gelmişti. Belki ilk bakıştandı, belki tekrar görsem böyle düşünmezdim, belki de dünyanın en normal insanıydı... Ben abartıyordum.
Ama, günlerdir parayı ayakkabılığın üzerine bırakması zaten yeterince garip geliyordu ve şimdi bir de, o efsanevi bedenini görüp şaşkına uğramıştım. Evi, bir çöp evden farksızdı, her yeri buruşmuş kağıtlarla dolu, tuvalleri her bir yerdeydi.
Bedeni boyalarla kaplıydı ve bana uzattığı paralardaki ufak boya lekeleri, o paraları kendi paralarımla değiştirmeme ve onları cüzdanımda muhafaza etmeme sebep olmuştu.
Yine siparişi aldığım bir günde, motorumu bıraktığım yer, evinin önüydü.
Kim olduğunu merak ediyordum. Adını, işini ve nereli olduğunu... Bu güzel yüzünün annesine mi, babasına mı benzediğini; neleri resmetmeyi sevdiğini, evinin neden o denli dağınık olduğunu ve incecik bedenine neden tonlarca büyük beden bir pantolon giydiğini. Neden merak ettiğimi hiç bilmiyordum ama, neden o an onu gördüğümde başımın döndüğünü bilmiyordum, neden bu güzelliğinin beni çabuk etkilediğini, paralarını cüzdanımda neden sakladığımı bilmiyordum.
Yine merdivenleri tırmandım ve yine, aralıklı kapının olduğu yere ilerledim.
Ayakkabılık boştu.
Ve üzerinde paraya dair hiçbir şey görünmüyordu.
Titremeye başlayan ellerimdeki kutuyu ayakkabılığa bırakıp, zili çaldım ve beklemeye başladım. Umuyordum ki, kapıyı açmazdı ve umuyordum ki ben o kapıyı ittirip içeriye tekrar girer, onu o kağıtların arasında parıldarken görürdüm.
Dileğim gerçekleşmişti. O kapı açılmadı, parmaklarım kapıyı ittirdi ve bedenim içeriye sıvıştı.
Fakat bu sefer, ev son derece düzenliydi. Krem rengi koltukları, bordo renkli halıyla birleşmişti. Yerlerde renkli yastıkları vardı, televizyon karşıdaki duvara monteliydi ve evin köşesindeki piyanonun üzerinde bir şamdan vardı.
Salona giren açık kapıdan içeriye, siyah saten pijamalarıyla giren adamı gördüğümde, yine yutkunmuştum. Kısık sesle bir şarkı söylüyordu ama, ses tonu iliğimi dahi titreyecek kadar güzeldi. Bedeni sallanıyordu, sağ elinde bir kadeh, diğer elinde ince bir şişe vardı. Saat erkendi ama bunu umursamamış gibiydi, hala televizyondaki şarkıya eşlik ediyordu.
Tanrı aşkına, o çok fena görünüyordu.
Tek başına yaşıyor olmalıydı ve sürekli pizza yiyor gibi olmasına rağmen, tığ gibiydi. İncecik, zarif ve gerçekten güzel görünüyor, salladığı bedeninden yükselen sesle büyüleyici duruyordu. Onunla tanışmak istiyordum, onun-Onun adını öğrenmek istiyordum.
Birkaç adım yaklaştım, o sırada, ayak sesini duymuş gibi duraksadı, gözleri bedenime kaydı ve tıpkı o günkü gibi, mahcup bir şekilde heyecanlandı. "Ah!" Diye bir ses çıkarmıştı şişeyi hemen piyanonun üzerine bırakıp yanıma yaklaşırken. "Ben-ben biraz unutkanım da, şey... Kapıyı duymadım!"
"Sorun değil... Ben de sizi merak ettim-Yani kapı açıktı da, üzgünüm, bu ikinci kez oluyor."
Karşımdaki adam gülümsedi, tatlı bir gülüştü bu, iç titretecek cinstendi. Kalın dudakları kıvrılmış, eli, pijamasının kıvrılan ucunu yavaşça düzeltmişti. "Asıl ben üzgünüm," dedi, sesi fısıldar gibiydi. Boğuk, gerçekten kalın ve hırıltılı bir fısıltıydı bu.
Gülümsemesi ve sözleri son derece naif; sesi ve gözleri son derece vahşiydi.
"Bu ikinci oldu, Bay..?"
"Jeon." Dedim hızla. "Jeon Jeongguk."
Gülümsemesi büyüdü, dudakları ve uzun saçları yumuşacık görünüyordu. "Demek, Jeon," demişti nahoş bir tınıda. Kadehin ince sapını zarif parmakları arasına alırken, devam etti. "Jeon.. Jeongguk."
Kafam sallandı, bana göre biraz olgun görünüyordu. Yirmi iki yaşında bir gençtim, o da... Bana yakın görünüyordu ama biraz da olgun gibiydi. Bilememiştim, tek bildiğim çok güzel olduğuydu.
"Kim Taehyung," dedi, eli öne uzandığında, bu sefer boyalı olmadıklarını fark etmiş ve hiç düşünmeden zarif elini hafifçe sıkıp, karşılık vermiştim. Elini çekti, kapıyı hafifçe ittirdi ve "İsterseniz..." diye devam etti. "Size bir şeyler ikram edebilirim?"
Kim Taehyung.
Kim Taehyung, Kim Taehyung...
Ellerim titredi, bir an için ayaklarımın uyuştuğunu hissettim. "Ç-çok isterdim," diyerek gözlerinin gözlerime dikilmesine sebep olmuş fakat omuzlarımı düşürürerek devam etmiştim. "Fakat... İş.."
"Ah, anlıyorum." Israr etmedi, kadehi dudaklarına dayayıp bir yudum almış ve sonra bardağı da piyanonun üzerine bırakmıştı. Cüzdanını bulup, elinde biraz parayla döndüğünü gördüm.
Ben de dışarı çıkmış, onu beklerken pizzanın soğuması nedeniyle özür dilemeyi düşünmüştüm fakat o, "Ah... Soğumuş," demişti kutuyu elimden çekerken. "Beklememe gerek kalmayacak. Teşekkürler Bay Jeon."
***