''Hiç merak etmiyor musun, nasıl Türk olduğum halde burada olduğumu?''
Onu takmadan karlı yolda yürümeye devam ettim. Hava soğuk olduğu için sesi titriyordu. ''Çok mu anlatmak istiyorsun?''
''Hayır. Yani ondan demedim- boş ver.''
Tek kaşımı kaldırıp ona baktım. ''Çabuk pes ettin bu sefer.''
''Umurunda olmadığı açık. Neden uğraşayım ki?''
Önüme dönüp yola devam etmemden iki dakika sonra tekrar konuştu. ''Bir şey fark ettim. Geçmişindeki kötü olayları anlatırken, neden yaptığını anlatmıyorsun. Durduk yere yapacağını sanmıyorum.''
''Narsistim ben, yaparım,'' dedim alayla. 10 dakika sonra fark ettirmemeye çalışmış da olsa bütün bedeninin şiddetli bir şekilde titremeye başlamasıyla, ''titriyorsun,'' dedim.
''Hay-ır. Tit-titremiyorum.''
''Bak şu an inandım! Elini ver.''
''Ne?''
Cevap vermek yerine uzattığım elime şaşkınca bakıp tuttuğunda vücudumun ısısını arttırıp ona aktardım, Alaz'ın titremesi azalırken bakışları kısa süreliğine kızıla dönen saçlarıma kaydığında, ''şimdi üşüyor musun?'' diye sordum.
Bana biraz daha yaklaşırken gözleri tekrar gözlerime tırmandı, ''sayende... hayır. Neden yaptın bunu?''
''Çok fazla soru soruyorsun.'' Ormanın derinliklerine bakarken başını cevap bekler gibi yana eğdi. ''Şunda anlaşalım; ben canım ne istiyorsa yaparım, o an ne düşünüyorsam. Ve sen, bunu sorgulama! Anladın mı?'' Anladığını belli etmek için başını hızla aşağı yukarı salladığında, ''güzel,'' diye mırıldandım.
''Gölün sesini duyuyorum. Yaklaşmış olmalıyız.''
''Bende duyuyorum, ama farklı sesler.'' Ormandan uluma sesleri yükseldi. ''Kurtlarla bir sorunum yok. Tabi saldırmaz ve uslu dururlarsa. Ve şey, o kadına ne oldu? Sanırım onu öldürdüm. Eğer ışınlanmayı bulmadıysa.''
''Sanırım öldü,'' dedi, Alaz. Umursamadım. ''Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun?''
''Bir simülasyonun içindeyiz, Alaz. Buradaki her şey sahte. Ya sen ölürsün ya düşmanın. Oyunun kuralları böyle.''
''Senin oyunun!'' dedi vurgu yaparak. ''Kafandaki oyunun kuralları bunlar. Simülasyona girerken kimse 'öldüreceksiniz' demedi.''
''O zaman...'' dedim ve elimi ondan çekip ateşi söndürdüm. ''Kendi kurallarını bul! Ölürsen... umurumda olmaz. Hayatta kalmak için çabalıyorum. Eğer kurallarıma göre oynamasaydık o kadının elindeki hançer şu an senin göğsünde saplı olurdu. Madem oyunu beğenmedin...'' Durup ses tonumu sakinleştirip azalttım. ''Defol o zaman.''
Onu orada bırakıp göle doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım. ''Ada, dur! Öyle demek istemedim. Durur musun? Ada!''
Seslenişlerini duymazdan gelerek ilerlediğimde yanıma gelip kolumdan tuttu. ''Onu kastetmediğimi sen de biliyorsun!''
Gözlerimi devirip ayağımı uzatıp çelme takarken omuzlarından tutup ittim, kara doğru düştüğünde onu arkamda bıraktığımdan olsa gerek kendi dilinde daha önce de duyduğum bir kaç küfür savurdu.
Ormandaki bir kaç ağacı da aştım ve işte, göl karşımda bütün güzelliğiyle duruyordu.
Sahte bir güzellik...
Bir kaç adım daha atarken etrafında ipucu ya da herhangi bir şey arıyordum, ''yine ve yine, harika!'' dedim hiç bir şey bulamamanın verdiği bıkkınlıkla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEYRA
FantasyHepimizin bildiği gibi, kötülerin en büyük amacıdır, dünyayı yönetme arzularını gerçekleştirmek. Özeller, yıllar önce bu amacı engelleyerek düşmanları, yani yaratıkları, insanlara zarar vermeden önce yakalayıp bir adaya tutsak etti. Savaş tekrarlan...