Üzerimdeki soğuk sonbahar akşamına rağmen giydiğim şortun açıkta bıraktığı sol baldırımdaki yaraya baktım, ağrısının artmasını görmezden gelerek yatağa fırlattığım ilk yardım setinden aldığım birkaç malzemeyle yarayı temizlerken Alaz'ın bakışlarını üzerimde hissediyordum.
''Büyü yapmamı istemediğine emin misin?'' dedi bir kez daha şansını deneyerek.
Ona boş bakışlarımı gönderip bacağıma sargı bezini sarmaya başladım, 10 santimlik bir yarayı bir saniye içinde açan yaratık aklıma geldikçe sinirleniyordum.
''Asıl sen kendine bak, biri yüzünü fena dağıtmış. Birazdan 'sen bir de karşıdakini gör' dersen şaşırmam.''
Gülüp gümüşi gözlerini benden ayırırken saçlarını dağıttı. ''Ufak bir sinir patlaması. Zaten seni bulamayınca Kurul üyeleri başımın etini yedi, bir de eski bir tanıdık laf çarpınca tepemin tası attı.''
''Dudağın patlamış ve sen sinir patlaması mı diyorsun?'' dedim alayla. ''Öyle olsun.''
10 dakika kadar önce adadaki savaş yüzünden toprağa bulanan kıyafetlerimden kurtulup sıcak bir duş aldığımda, su yaralarımdaki kanı temizlemesine rağmen acısını da bir nebze arttırmıştı. Bacağımı sarmayı bitirmemle sırtımı yatağımdan çekip soğuk parkenin üzerinde ayağa kalktım, makyaj aynasının yardımıyla yanağıma kremi sürerken, ''Kurul üyeleri her seferinde 'adayı korumamız gerek' bahanesiyle bizi görevlere göndermesine rağmen adayı korumayı beceremiyorlar,'' demiştim. Liseden kalma kavgalar yüzünden bedenimdeki yaralara alışık olduğumdan yüzümdeki çizik, kolumdaki ve bacağımdaki sargılar gözüme batmıyordu.
''Gerçekten de savunmayı arttırmamız gerekecek, saldırılar artmaya başladı.''
Gözlerimi devirdim, ''hepiniz,'' demem ve sözlerimin kapının hızla açılmasıyla bölündüğünde kimsenin duymayacağı şekilde fısıldayıp tamamladım. ''Körsünüz.''
''Alaz iyi misin?'' Sarı, balık sırtı örülmüş saçlarından ayrı düşmüş gözünün önüne gelen tutamı kulağının arkasına sıkıştırarak odaya dalan kız, beni fark etmeden seslendiği kişinin yanına hızlı adımlarla ilerledi. Gözlerimi kısıp, 'bu hala burada mı?' diye düşünmeden edemezken kızın saçlarının boya olduğu dikkatimi çekmişti.
''Nisa?'' dedi Alaz şaşkınlıkla. ''Ne işin var burada?''
Gözleri kısa süreliğine bana kayarken ben buzdolabını açmaya gidiyordum. ''Adaya Leraların girdiğini duydum. Bir şeyin var mı diye bakmaya-'' cümlesinin yarısında durup parmağıyla beni gösterdi. ''Onun odanda ne işi var?''
''Birincisi günaydın,'' dedim yaratıkların sabah saldırmasına rağmen daha yeni haberi olmasını kastederek. ''İkincisi benim adım var ve kesinlikle 'o' değil.'' O harfini bastırarak söyledikten sonra, ''üçüncüsü Lera değil Tera. Ve son olarak asıl benim kaldığım odada akşam vakti senin ne işin var?'' diye ekledim. Bardağıma şu sıralar çokça içtiğim portakal suyumu doldurup bar taburelerinden birine oturdum.
''Siz...''
Alaz sözlerini tamamladı, ''evet, Belma'yla aynı odada kalıyoruz,'' gülümseyip yerden kalkıp kendi yatağına oturdu. ''Gördüğün üzere iyiyim, bir iki yaratık bana bir şey yapamaz.''
''Hah!'' diye mırıldandım. ''Alt tarafı 15 tanecik.''
Nisa korkuyla titrerken, ''sorun yok,'' dedi Alaz sakin olması için güven verici bir sesle. Element ve büyü kullanamayan bir sıradan olmasındandı bu korkusu.
''Sen iyi görünüyorsun da,'' kahverengi gözlerini bana çevirip kolumdaki sargı ve yüzümdeki çiziğe bakarken, ''sen anlaşılan pek iyi koruyamadın kendini,'' dedi yarı alay ve şaşkınlıkla. ''Seyra olduğunu sanıyordum, en güçlüleri sen değil miydin?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEYRA
FantasyHepimizin bildiği gibi, kötülerin en büyük amacıdır, dünyayı yönetme arzularını gerçekleştirmek. Özeller, yıllar önce bu amacı engelleyerek düşmanları, yani yaratıkları, insanlara zarar vermeden önce yakalayıp bir adaya tutsak etti. Savaş tekrarlan...