Acıyla gözlerimi araladığımda zihnimin karanlık pençelerinden kurtulduğumu sanmıştım, kurtulmuştum kurtulmasına ama bu seferde karanlık bir zindanda bedenim esir alınmıştı. Periyodik olarak ilerlediğini tahmin ettiğim zehirli gazın bir daha ne zaman verileceğini bilmesem de bedenimdeki -elementleri hissetmemi sağlayan- enerjinin tekrar doluşunu hissetmem yakın bir zamanda olacağının habercisiydi.
Buraya geldiğimizden beri Alaz'la sırt sırta olmamız dışında iletişimde bulunma şansı elde edemememiz, içine düştüğümüz kötü durumun sadece küçük bir kısmıydı. Ara sıra odaya verilen, elementleri kullanmamı engelleyen gazın içinde ne olduğunu bilmemem gibi Alaz'ın o gazdan etkilenip etkilenmediğini de bilmiyordum.
Gaz, büyü kullanmasını etkiliyor ya da bana acı verdiği gibi ona da acı veriyor muydu yoksa bana gaz verildiği gibi onun da vücuduna enjekte ettikleri iğnenin içindeki sıvı yetiyor muydu? Belki de gaz sadece elementleri, iğnedeki sıvı ise sadece büyüyü etkiliyordu ve böylece bu zaman dışında yapılan işkenceler yüzünden kaçmamıza fırsat bile verilmiyordu.
Benim bilincimin açık olduğu zamanlarda o baygın oluyordu, onunkinde ise ben... Bu böyle süre gelirken ara sıra iğneyle direkt kanımıza verdikleri besinler dışında katı bir yemek yememize izin verilmiyordu. Günde bir, bazen iki kere su içebiliyorduk. Bırakın bize saldıran yaratıklarla dövüşmeyi bedenimiz o kadar yorgun düşmüştü ki gözlerimizi bile açık tutamıyorduk -ki sıradan bir insan bizim yerimizde olsaydı bu şartlar altında yaşamını bile kaybedebilirdi-. Zindanın kötü ve rutubetli kokusu üzerimize sinmiş, zamanla alışmamıza sebep olmuştu. 'Bizi kurtarmaya çalışıyorlar mıydı, yerimizi neden bulamamışlardı?' gibi soruları düşünmeye zamanımız bile olmuyordu.
Parmaklarıma sarılan titreyen parmakları hissettiğimde yakalanmamızdan sonra ilk kez ikimizde uyanıktık. Hızlı ve kesik aldığı nefesler kabus gördüğünü düşünmeme sebep olmuştu, böyle bir durumda hiç şaşırtıcı değildi. Uyuyamama hastası olan biri için yeterince kötü.
Başını arkaya atıp omzuma yasladığında kısık, acı dolu bir sesle inledi. ''Daya-namıyorum, Ada.''
''Söz veriyorum,'' diye fısıldadım. Parmaklarımı güçsüz parmaklarına daha sıkı sararken o sırtını biraz daha benim sırtıma yasladı. ''Buradan çıkacağız.''
Garip bir şekilde element güçlerim yavaş yavaş artarken, ne bir gaz odayı doldurmuştu ne de kapıdan içeri Alaz'a iğne yapan insan şekilli Teralar girmişti. Bir şeyler tersti, bu tersliği ne olursa olsun kullanmam kaçmamız için önemliydi.
Bunun içinse sadece yükselmeye çalışan öfke krizlerimi engellemem gerekliydi.
''Yaptıkları iğne seni uyuşturuyor, değil mi?'' diye sordum sarhoş gibi çıkan sesi yüzünden.
''Buraya tıkıldığımız gün...'' Biraz nefes alıp tekrar devam etti. ''Koluma iğne sapladılar. Başta anlamasam da şimdi anlıyorum; asam olsa da olmasa da büyü yapabilirim ama... odaklanmam gerekiyor.'' Öksürmeye başladığında ona kendisini zorlamamasını söylemedim çünkü bilgiye ihtiyacım vardı. ''Dediğin gibi... iğne beni... uyuşturuyor. Bu da odaklanmamı... engelliyor.''
''Zindanın soğuk olması da hiç yardımcı olmuyor. Ya da sürekli yaptıkları işkenceler yüzünden yaralarının acıması.'' Omzuma yatarken sessizliğe gömüldü ama uyumadı, nefes alış verişinden ve ara sıra acılı inlemelerinden anlaşılıyordu. Alaz istediği kadar güçlü olsun, benim gibi bedeni kendi kendine yenilenmiyordu. Tabi ki sırf bu yüzden ben ondan daha fazla işkenceye maruz kalsam da sürekli yenilendiğim ve hızlı iyileştiğim için yaralarım kapanıyordu. Onun ise ilk günkü yaraları bile duruyorken nasıl şimdiye kan kaybından ölmediğini merak ediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEYRA
FantasyHepimizin bildiği gibi, kötülerin en büyük amacıdır, dünyayı yönetme arzularını gerçekleştirmek. Özeller, yıllar önce bu amacı engelleyerek düşmanları, yani yaratıkları, insanlara zarar vermeden önce yakalayıp bir adaya tutsak etti. Savaş tekrarlan...