NOT: BU BÖLÜMDE BAZI KÜÇÜK ÇAPTA HATALAR GİDERİLMİŞ, ROMANIN GİDİŞATINA ETKİ EDECEK BİR YENİLİK YAPILMAMIŞTIR.
Göktürk devletinin doğusunda bir boy vardı. Nice savaştan çıkmış, nice zaferler kazanmış, nice çökmenin eşiğinden gelip açlıktan kırılmış ama yine de yaşama küsmemiş bir boy. Girişinde genişçe bir orman, arkasındaysa uçsuz bucaksız bozkırlar vardı. Küçük bir tepeye otağ kurulu, önündeki tuğları göğe tırmanmış haldeydi. Tepenin altında boyun ahalisinin çadırları etrafını sarardı. Sanki bu görkemli otağ, yavrularını koruyan bir dişi kurt gibi uzaklardan belirgin vaziyette gözükürdü. Akman bu boyda yani Tortugun boyunda büyümüştü. Daha küçük yaştayken boya yapılan bir moğol saldırısında tüm yakınlarını kaybetmişti. Küçük yaşta öğrendi av avlamayı, çadır kurmasını kendini savunmasını. Çocukken etmişti bir yemin intikam almak için. Ettiği yemin onu güçlendiriyordu. Hayatına anlam katıyordu. Bunun hevesiyle beylerden ve komutanlardan izinsiz savaşlara katılıyordu. Her savaş ona yetenek ve maharet kazandırdı. Savaş yaraları ve gözündeki yorgunluk her yıl bir nebze artmış, intikamını alamadan otuz yaşına kadar gelmişti.
X X X
Tüm çadırlar yanıyordu. Akman, kan ter içinde sendeleyerek çadırların arasında dolaşıyordu. Yerdeki cesetlere basmamaya çalışıyordu. Kulağı sürekli çınlıyor başı ağrıyordu. Etrafındaki Moğol yağmacıları kadın çocuk demeden boğaz kesiyor, direnenler tek başına gitmemek için elinden geleni yapıyorlardı. Nafileydi, kimse direnemiyor tek tek yere düşüyorlardı. Akman'a ne kimse saldırıyor nede o tepki veriyordu. Yüzünde bir acı ibaresiyle otağı arıyordu. Otağa geldiğinde tepeyi çevreleyen erlerin son gayretleriyle düşmanı püskürtmeye çalıştığını gördü. Bir çığlık işitti "BIRAAAK." Bu kız kardeşinin sesiydi. Düşe kalka sarhoş gibi sese doğru erişmeye çalışıyordu. Ama onu bulamıyordu. Ses sürekli ondan uzaklaşıyordu. Hava gecenin karanlığına bürünmüş, yollarını aydınlatan yıldızlar dumandan gözükmez olmuştu. Kül olan çadırların etrafında dolaşırken yağma emrini veren komutan Loya karşısında belirdi. Yüzünde pis bir sırıtışla "Beni asla bulamayacaksın Akman."
Hızla yattığı yerden doğruldu. Rüyaydı. Hiç böyle bir rüya görmemişti. Yüzündeki teri sildi. Söylediği gerçek olabilir miydi? Ellerini başına koydu. Başına sanki darbe yemişçesine yüzünü buruşturuyor, başındaki sesi kesmeye çalışıyordu. "Beni asla bulamayacaksın." Elleriyle başına basınç yaparak sakin olmaya çalışıyordu. Bu rüyayı zihninden atmak gerekti. Daha önemli meseleleri vardı. İki gündür karnına bir lokma girmemişti. Yorgundu. Bu rüya ona çok tesirli gelmişti. Kendine gelmesi bir vakit aldı. Buralardan çok av çıkmıyor, ekin bitmiyordu. Bu gidiş iyi değildi. Hazırlanıp dışarı çıktı. Sonbahar şafağının kuru soğuğunu ciğerlerine çekti. Atına atlayıp ormana doğru yöneldi. Kafası hala gördüğü rüyada kalmıştı. Başına tıpkı iğneler saplanıyormuşçasına sorular takılıp duruyordu. Bu rüya bir işaret miydi? Kardeşinin ruhu kendisini ziyaret mi etmişti? Yoksa Tortugun yine bir baskına mı maruz kalacaktı? Ailesinin ruhu ondan nefret mi ediyordu? Akman bir vakit delireceğini zannetti. Başını sallayıp şu dalgın, düşünceli halinden çıkmaya çalışarak av aramaya gitti.
Sabah vakitleri gelip, oba canlanmaya başladığında otağda bir toy hakimdi. Obanın beyi Yıldıray bazı önemli meseleler için adamlarını otağa çağırdı. Uzunca bir vakit böyle bir toplantı gerçekleşmemişti. En son meydana gelen tüccarları koruyan onbaşı ve adamlarının hepsini eşkıyalar infaz edince yeni bir onbaşı atamak, devletin gidişatı, obanın hali, düşmanın planı gibi meseleler konuşuluyordu. Bu meselelerde herkes farklı düşünürken sadece iki fikirde herkesin cevabı netti; Kağanlığımız yıkılmaya başlıyor ve yeni onbaşı Akman olmalı. Bu önemli meseleleri daha derin konuşurken toyun sonunda yeni onbaşının Akman olacağına karar kılındı. Nöbetçilere seslenen Yıldıray Akman'ı bulmaları emrini verdi.
Akman ormanda zihni bulanık gözleri kısık vaziyetteydi. Yayında oku hazır bekliyordu. Uzunca bir vakit dolaşma sürdü. Şu ağaçların arasından av değil de komutan Loya çıksa ne olurdu sanki? Öyle olursa başındaki yankılar son bulur belki de daha iyi avlanırdı. Bu boş hayal içinde dolaşırken tepede, çalıların arasında iki beyaz kulak gördü. Yoksa siyah mı? Gözü kararıyordu. Zar zor nişan alıp oku fırlattı. Avının yanına geldi. Tuhaftı. Tavşanda bir değil iki ok saplanmıştı. Çabucak can çekişen tavşanın boğazını kesti. Biraz sonra yanına bir kız geldi. Akman bu kızın obadan olduğunu biliyordu. Tanışıklığı olmamakla birlikte sadece talimhanede birkaç kez görmüştü. İkisi de tavşana bakıyor, kimin hakkı olacağını düşünüyorlardı. Bu gamzeli güzel kız gülümseyerek Akman'a baktı:
-İkiye mi bölsek?
-Bilmem olur mu ki? Tavşan çok küçük bir avuç et kalır öyle olursa
Doğruydu. Derisini yüz, kemiklerini ayır küçücük bir et parçası kalırdı ikisine de. Akman elini çenesine götürdü. Şöyle bir düşündükten sonra Mayda'ya dönerek:
-Oku hangimiz hayvanın vücuduna daha derin attı isek o kazansın. Kabulün mü?
-Kabulüm.
Oklar neredeyse eşit saplanmış gibi görünüyordu. Lakin Akman oldukça rahattı. Kendisinin oku daha sert attığından çok emindi. Her ne kadar aç ve yorgun olsa dahi bir kızdan daha sert ok atabileceğini düşündü. Tavşanı kazanmanın mutluluğu ile iki oku da çıkardı. Çıkardığı gibi gözleri hayretle büyüdü. Kızın oku kendi okundan bir parmak kalınlığında fazla girmişti. Kız yüzündeki sevinçle tavşanı kulağından tutup oradan ayrılırken. "Demek ki bileklerin pek de kuvvetli değilmiş." Diyerek uzaklaştı. Akman arkasından şaşkınlıkla karışık sinirle iki adım attı, durdu. Olacak iş değildi. İki günün ardından karnı doyacakken avını kaptırmıştı. Gözlerini kapayım başını sağa sola çevirdi. Mazeret içinde başka av bulma ümidiyle ormanda gezinmeye devam etti.
Akşam olmuş hava turunculaşmaya başlamıştı. Can sıkıntısı ve midesindeki boşlukla atına bindi obaya döndü. Girişte onu bekleyen nöbetçiler telaşla onu otağa götürdüler. Obanın yolunda dörtnala at sürerken ne olacağını sormaya fırsat bulamadı. Otağa geldiklerinde içeri girmeden önce nöbetçiye telaşla sordu "Bir sorun mu var? Bir kabahat mı işledim?" nöbetçi "öğrenirsin." Diyerek çadıra girdi önce izin alıp sonra Akman'ı beyin huzuruna çağırdı. Görkemli konağa giren Akman beylerine ve yüzbaşılarına selam verdi. Yıldıray iki adım ilerledikten sonra "Akman biz seni, senden iyi tanırız bunu bilmiş ol. Bu oba nice savaşlar nice hengameler gördü. Aileni, hayata dair her şeyini kaybettin. Sana bir fırsat veriyoruz. Senin elinden ne aldılarsa sende onların elinden al. Seni bundan sonra onbaşı ilan ediyorum. Devletine, obana, bana, ve üstlerine en iyi şekilde hizmet edeceksin." Obanın tek binbaşısı olan binbaşı Gökhun, elinde zincirli zırh ve tolgayla Akman'a yaklaştı. Bunlar onbaşılık alametleriydi. Kimin hangi rütbede olduğunu zırhlar gösteriyordu. Zincirli zırhlar onbaşıları, odun zırhları yüzbaşıları gösteriyordu (Odun zırhı denmesinin sebebi pul şeklinde olan demir zırh parçalarının birleşip odun şekline benzetilmesidir.) Binbaşı bu zincir zırhı Akman'a verdi. Otağdan evine dönerken gördüğü rüyayı hatırlayıp içinden güldü. Sessizce şunları fısıldadı "İnan ki geliyorum Loya hazırlıklı ol!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR GÖKTÜRKLÜNÜN AŞKI
RomanceHayatı savaşlarla geçmiş nice badireler atlatmış bir askerin hayatı... Ailesi daha çocukken moğol saldırılarında vahşice öldürülmüştü ve o Kılıca, oka, kana, ölüme erkenden tanışmıştı. Hayatındaki tek gayesi intikam almak olmuştu. Hiçbir zaman aşk n...