Hava kararırken telefonumun ekranında beliren mesaj üzerine aşağıya indim. Crane onunla durmak zorunda olmadığımı söylüyordu, ben de ona yapacak daha iyi bir işimin olmadığını söylemeye devam ettim. Neticede burada kapalı kalmıştım ve hava kararana kadar çıkabilme şansım da yoktu.
Kafeteryaya indiğimde Bob'un köpek kızla konuştuğunu gördüm. Kız onu en son gördüğüm zamanki gibi bir şeyler çizmekle meşguldü. Ama en azından kalemi cinayet aleti gibi tutmaktan vazgeçmişti. Yanlarına geldiğimde Bob kafasını kaldırıp bana baktı ve hafifçe başıyla selam verdi. "Nasılsın Jen?"
"Hareket ediyorum,"diye yanıtladım. Bu benim dilimde 'yaşıyorum işte' demek gibiydi. Zaten ölemezdim ve zaten ölüydüm, o yüzden yaşıyorum demek saçma geliyordu. Asla hareket edemediğim zaman gelince ölecektim. Ya da her neyse işte.
Kızın yanından kalkıp yanıma geldi ve kolumdan tutarak beni biraz uzaklaştırdı. Köpek kızın sol kulağı bize döndü. Dinleyeceğini tahmin etmiştim zaten.
"Misty'nin teyzesi iyi olacak. Ona gereken karışımı verdim. Gümüş mermilerle vurulduğundan iyileşememiş. Yoksa şimdiye kadar vücudunun kendisini iyileştirmesi gerekirdi."
"Kurtadam mı?"
Bob kafasını iki yana sallayınca üçüncü gözü yana doğru kaydı. Ardından tüm gözleri tekrar benimkilerle buluştu. "Köpek. Daha doğrusu bir Cadejo."
"İsim yabancı gelmiyor."
Bob kıza bir bakış attıktan sonra tekrar bana döndü. "İki türü var. Kara Cadejo ve Beyaz Cadejo. Biri seyahat halindeki insanları hırsızlıktan ve zarar görmekten korur, diğeri ise başına her türlü müsibetin gelmesini sağlar ve seni yer. Parlak kırmızı gözleriyle gece yalnız başına dolaşan kurbanını hipnotize eder ve onun ruhuyla beslenir."
"Bu şey değil mi? Hardwood?"
Bob hafifçe güldü. Ama bu ekose ceketinin altındaki minik bedeninin sarsılmasına yetmişti. "Öfkeli bir Cadejo ile kapışmak istemezsin, emin ol."
Kafamı salladım. Kız benden uzak dursun yeter.
Ona doğru bir bakış attığımda göz göze geldik. Gözlerini kırpmadan bana bakarken kağıdı karalamaya devam ediyordu. Tüylerim diken diken olsa da, "Şimdi ne olacak?"diye sordum. Kızın gözlerini kırpmadan bana bakmaya devam etmesi oldukça sinir bozucuydu. Tekrar Bob'a döndüm.
"Teyzesi ile onu bir süre konuk edeceğim. Sonra evlerine geri dönecekler, Meksika'ya."
"Avcılar ne olacak?"
Bob sivri dişlerini açığa çıkararak sırıttı. "Av olacaklar. Benim şehrimde hiçbir Nonnatieye yapılan insanların yanına kalmaz."
Bu keyfimi yerine getirmişti işte. "İhtiyacın olursa çağır. İşkenceyi severim, bilirsin."
Gülerek kafasını salladı. "Bazen fazla seviyorsun."
Omzumu silktim. "Herkesin hataları olur."
Mesela, nereden bileyim adamı tek parça bırakmamız gerektiğini. Kafasının elimde kalması benim suçum mu?
Bir hafta sonra;
"Oo kim geri gelmiş."
Crane lacivert kumaştan kol askısıyla bulunduğum kahve makinasının yanına geldiğinde oldukça iyi görünüyordu. Bir haftadır görmemiştim onu. Onunla geçirdiğim günden iki gün sonra hastaneden ayrılmıştı. Ziyaretine gitmedim çünkü bu tuhaf olurdu.
Ne işim vardı evinde yani. Arkadaş mıydık? Değildik sanırım. Tartışmadan, kinayeli konuşmadan geçen diyaloğumuz yok denecek kadar az.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İŞARETLENMİŞ
FantasyRuh eşini arayan ölümsüz bir kızın trajikomik hikayesi... Bir lanet... "Sen elimden ruh eşimi aldın. Tek aşkımı. Seni ruh eşini bulana kadar ölememekle lanetliyorum." Kazık tenimi zedelemeye başlamıştı. Ve ben bun...