Nefesimi verip arkama yaslandım ve girdiğim odayı incelemeye başladım. Oda teras ile aynı boyuttaydı. Kapıdan girince sağ tarafta hiç cam olmamasına karşılık sol ve karşı cephe boydan boya camla kaplıydı. Üst kattaki teras çıkışıyla aynı hizada, kızılımsı tuğlalardan yapılış bir şömine krem rengi duvara yerleştirilmişti. Tuğlaların arası isten ve külden siyahlaşmıştı, iç kısmındaki kalıntılar da kısa süre önce söndürüldüğünü belli eder şekilde çatırdıyordu. Köşelerinden biri kırılmış ve taş parçaları açık renk bir halı ile kaplanmış zemine dökülmüştü.
Sol cephede, pencereleri kapatmayacak şekilde alçak ve bazı kapakları eksik dolaplar dışında hiç bir şey yoktu.
Karşı duvar ile şöminenin bulunduğu sağ duvarın kesiştiği noktada bulunan küçük ahşap masanın üzerinde bir maket, karısında da iki pano vardı. Açık renk ahşap çerçeveli panolara dağınık bir şekilde resimler ve notlar iğnelenmişti.
Makete doğru yavaşça yürümeye başlayınca Dean’ın nefes nefese kapının önüne vardığını fark ettim.
“Aç şu kapıyı, Eryxn!” Diye bağırdı. Dinlemeyip siyah makete doğru ilerledim.
“Bak, şaka yapmıyorum. Aç şu kapıyı ve hiçbir yere dokunma!” Makete bir metre kadar yaklaşınca durdum. Söylediklerini tabii ki dinlemeyecektim. Çünkü basit planım en sonunda işe yarayacaktı.
Elimi kaldırıp makete uzattım. Ağaçlık bir alanın ortasına konumlandırılmıştı. 3 katlıydı. İlk katında iki cephesi cam olan bir oda ve yukarı çıkan bir merdiven vardı. İkinci katta, alt kattaki odanın tam üzerinde bir teras; terasta da içeriye giden ve orta katın aksine içeriye ışık girmesini sağlayacak pencerelere sahip üçüncü katın merdivenlerine açılan olmak üzere iki kapı vardı. Nightmare Castle’ye benziyordu, hayır tıpatıp aynısıydı!
Maketin etrafından dolaşıp arkasına geçtim. Arka tarafta bir kapı vardı. Daha önce görmediğimi düşündüğüm tek yer olmasının yanı sıra ürkünçlük olarak diğerlerinden aşağı kalır bir yanı yoktu.
Ayrıntılı maketin yaklaşık yirmi santim yüksekliğindeki kapısına dokundum. Hafif bir çatırtı duyunca hızla elimi geriye çektim. Demek gerçekçiliğinin yanı sıra hassastı da.
Dean tekrar kapıyı yumruklayıp “Eryxn o makete dokunma!” diye bağırdı.
“Kapa çeneni ve beni yalnız bırak!” Diye ters bir cevap verdikten sonra maketin ön kısmına döndüm.
“Şu an benim odamdasın. Çık oradan!”
“Olmaz… Burası gayet sıcak. Hem tekrar üst kata dönmek istemiyorum. Beni buradan götürmeyeceğine emin olsaydım seni de içeri alırdım. Ama ne yazık ki pek gerçekçi gelmiyor…”
“Burası çok soğuk ama.” Dedi. “Tamam… Eğer kapıyı açarsan…” Ofladıktan sonra kısa bir süre sessiz kaldı.
“Eğer kapıyı açarsam ne?” Diye sordum yüksek sesle, onu görebilmek için camlardan birine ilerlerken. Elimi soğuk cama dayayıp üzerindeki buğuları sildim. Isı farkından, temizlenen kısımlar tekrar puslu görüntüler alırken Dean ellerini arkasında birleştirmiş, dağınık sarı saçları ela gözlerine dökülecek şekilde başını öne eğmişti.
“Boş versene… Zaten göreceğini görmüşsündür. Artık bir önemi yok.” Dedi ve duruşunu dikleştirip ellerini cebine soktu. Camdan uzaklaşırken “Belki de yeterince şey görmemişimdir.” Dedim onu sinirlendirmeye çalışarak.
Tepki vermeyince odada kurcalanacak bir şey aramaya başladım. Maketin arkasındaki panolarda asılı olan resimleri hatırlayınca az önceki yerime, maketin yanına geri döndüm. Lyan, Celine, sarışın kız, Avian, Hill, Flyner, diğer hizmetçiler ve…. Ben…
Panoda her hizmetçi ve partnerinin fotoğrafları vardı. Her ş yan yana asılmıştı. Tabi benim ya da Dean’ın yanında kimse yoktu. Resimlerin tam ortasında çiftlerden alakasız bir tane daha duruyordu. Sarı saçlı bir oğlan ve iki yandan toplanmış ateş rengi saçlarıyla bir kız… Terasın korkuluklarının yanında sarılıyorlar. İkisi de mutlu gözüküyor. Mutlu gözüküyoruz…
Elimi uzatıp yırtmamaya özen göstererek fotoğrafı elime aldım. Böyle bir şey Dean’da ne arıyordu? Sadece ikimizin olduğu az sayıda mutlu kareden birini o kadar fotoğrafın arasına konumlandırmasının nedeni ne olabilirdi ki... O fotoğrafta benim değil de başkasının, belki de Lyan’ın yer alması daha doğru gibi geliyordu nedense…
“Dışarı çıkarsan sana her şeyi açıklayacağım.” Dediğini duyunca arkamı döndüm. Çekingen bir suratla kapının yanındaki camdan bakıyordu.
“Bu ne demek?” Dedim şaşkınca. Cevap vermeyip ayağıyla yerdeki karlarla oynamaya başladı. Gözlerimi kapayıp elimdeki kağıdı buruşturdum ve şöminenin küllerinin arasına fırlattım.
Yavaşça birkaç adım atıp kapının kulpunu avucumun içine aldım. Soğuktu ve yanmayan ateşe rağmen sıcak olan odanın içerisinde soğuğuna temas eden her hücreme iğne gibi batıyordu. Yine de elimi çekmek ya da kapıyı açmakta acele etmek gibi bir hamle yapmadım. Şu an ne hissedeceğimi, hissetmem gerektiğini; vermem gereken tepkinin ne olduğunu bilmiyordum. Resmin bana ne ifade etmesi gerektiğini anlamamıştım, anlayamıyordum. Ya da istemsizce anlamazdan geliyordum.
Diğer elime anahtarı tuttum ve yavaşça çevirdim. Bakışlarımı karşıya sabitlemiştim. Bir an önce bu saçmalığı çözümlemek istiyordum ama sanki beynim bir şeyler fark etmişti ve benim bunu anlamamı elinden geldiğince geciktirmeye çalışır gibi acele etmemi engelliyordu.
Kapı benden önce açılınca hafif dengemi kaybedip öne doğru sendeledim. Dean beni belimden yakalayıp kendine çekti ve kapıyı arkamdan kilitledi. Afallamış şekilde bir süre bana sarılmasına izin verdikten sonra ellerimi omuzlarına koyup ittirip ittirmeye çalıştım fakat kollarını daha da sıktı.
“Sana daha önce söylemeliydim. Böyle olmamalıydı.” Diye fısıldadı kulağıma. Derin bir nefes aldım ve ona cevap vermek yerine uzaklaşmaya çalıştım.
“Hatalıydım. Senden hoşlanıyorum diye seni Flyner’la ayırmamalıydım. Beni istemezsen onunla tekrar partner olmanızı sağlayacağım. Özür dilerim.” Dedi. Başımı salladım.
“Bu bir itiraf mı?” Dedim. Tepki vermeyince başımı öne eğip yutkundum. Yavaşça göz kapaklarımı kırpıştırdım.
“Bırak beni.” Dedim kulağına eğilerek. Kollarını hafifçe gevşetip hayal kırklığıyla yüzüme baktı. "Efendim?”
“Uzaklaş benden.” Dedim. Bakışlarını kaçırıp başını hafifçe salladı ve bende birkaç adım uzaklaştı.
“Böyle sinsi biri olduğunu hiç düşünmemiştim. Bir daha benimle konuşmaya dahi kalkarsan sahipliğinin bile bir önemi kalmaz. Artık arkadaş olamayız. Bana o gözle baktığın sürece yanında mutlu hissedebileceğimi sanmıyorum.” Dedim. Söylediklerimin sertliğinin aksine ses tonum yumuşaktı.
Arkamı döndüm ve üst kat çıkışına doğru ilerledim. Kapıyı açmak için kulpu çevirdim fakat açılmayınca içimi bir korku sardı. Aşağı inerken kilitli kalmamın bir önemi olmadığını düşünüyordum ama şu anda donarak ölmemem için bir sebebim vardı. Dakikalar içerisinde bakış açım tamamen değişmişti sanki.
Kulpu biraz zorlamaya başlayınca Dean’ın odasına girip kapıyı kilitlediğini fark ettim. Sinirle kapıya yumruk attıktan sonra duvar kenarına çöktüm. Dışarısı cidden soğuktu. Terasla bir sıcaklık farkı olmayacağından emin olsam da burası ciddi anlamda soğuktu. Ve sanırım buradan çıkamayacaktım.
Odadan birkaç kırılma sesi duyunca başımı arkaya yaslayıp bir of çektim. “Zor bir gece olacak Eryxn. Donmaya ve aşağıya indiğine pişman ol…”
Yb biraz geçiktiği için kusura bakmayın. Birazfazla betimeleli bir bölüm oldu sanırım :D Her neyse. Okul açılacağından ve eğitim göreceğim lisenin dili ingilizce olacağından büyük iht. yb ekleyemem. Şansınız varsa ayda bir eklerim. Yoksa yaza kadar biraz zor... Elimden geldiğince yazmaya çalışacağım. Neyse iyi okumalar ^^
![](https://img.wattpad.com/cover/14243217-288-k890585.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
§» Nightmare (§» Kabusum)
RomanceHer seferinde bir hataya düşüp birine aşık oldum. Ama eninde sonunda o mektup geldi, ardından sevgilim beni terk etti. Aynı sahneleri tekrar tekrar yaşadım. Ağlamam bir şeye fayda etmedi hiçbir zaman. Çünkü yine aynı şekilde bitmişti ve bir sonraki...