Uzaktan gelen sesi duyabiliyordu, yankılanan ayak sesleriyle birlikte. Şarkı söylüyordu çirkin ve ince bir ses.
Bilindik bir şarkıydı. Kime ait olduğunu hatırlmaya çaılıştı. Zihni çok yorgundu hatırlayamadı. Kapı açıldı ve içeri kendisinden önce devasa gölgesi düştü. O anda gözüne bir dev gibi göründü. İri cüsseli adam diğerlerinin aksine kel ve makyajsızdı. Kıyafeti de sıradan ve sadeydi. Boyunun iki metreden fazla olduğuna yemin edebilirdi.
Elinde birşey tutuyordu, diğer kolunu uzattı ve ışığı yaktı. Uzun zamandır karanlığa alışan gözlerini ışığa alıştırmaya çabaladı. Elindekinin bir tepsi olduğunu gördü. Kendisine yemek getirmiş olmalıydı.
Devasa adam bilindik şarkı sözlerini mırıldanarak yaklaştı ve dizleri üzerine çökerek tepsiyi yere bıraktı.
Sonra yüzünde hoş bir gülümseme ile yüzüne dağılan saçlarını nazikçe geriye doğru attı. Elini nazikçe
yaralarının üzerinde gezdirdi. Olumsuz birşekilde başını salladı, neredeyse yüzünde acıyan bir ifade vardı."Zavallı kız!"
"Joen nerde?"
Elini yüzünden çekti ve derin bir nefes aldı."O fazla iyiydi."
"Ne demek bu?"
"Bu işler ona göre değildi. Herzaman bir korkak ve herzaman bir yabancıydı. Sürekli hata yapıyordu."
"Ona ne yaptınız?"
"Ölmesi gerekiyordu."
"Onu öldürdün mü? Seni pislik, seni adi orospu çocuğu."
"Şşşş, bunlar tehlikeli sözler. Canın yanabilir. Bunu istemezsin öyle değil mi?"
Asya yaralarını unutup yerinden kalkmaya çalıştı. Henüz iyileşmiş değildi bu yüzden canı fena halde yandı.
"Kapa çeneni! Buradan kurtulacak olursam ilk olarak senin o pis kelleni alacağım. Seni adi piç."
"O günün gelmesini bekleyeceğim."
Gürültülü bir şekilde kahkaha atarak odadan dışarı çıktı. "O günü görmeyi gerçekten çok isterim." dediğinde sesi
boş koridorda yankılanıyordu ayak sesleriyle birlikte."Lanet olsun, lanet olsun, lanet olsun! Tek kurtuluşum oydu. Bu fare deliğinden beni çıkaracağına söz vermişti.
Bunu nasıl öğrendiler. Nasıl, nasıl?"
Joen, Fas asıllı Amerikalıydı. Huzursuz bir aile ortamında büyümüş, çeteye katılmadan öncede evini terk edip bir süre sokaklarda yaşamıştı. Joen koyu hıristiyan bir babanın ve dininden uzak yaşayan müslüman bir annenin dinsiz oğluydu. Aile içi kavganın en büyük nedenide ailesi tarafından baskıyla bir müslüman ya da bir hristiyan
olmaya zorlanılmasıydı. Evini terk etmesinin en büyük nedeni de bu aile içi din çatışmasıydı. Çeteye katılalı beş yıl olmuştu. Joen sürekli hayatında yaptığı en büyük hatanın bu olduğunu ve birgün ölümününde bu çeteden olacağını söylerdi. Açıkça söylemesede Asya onun, ailesini çok özlediğini ve kötüde olsa eski hayatına dönmek istediğini
anlamıştı. En sonunda dediği oldu, çete tarafından acımasız bir şekilde öldürüldü. Hayat çok acımasızdı.Asya ona olanlardan dolayı çok üzgündü. Öldürülmesinden kendini sorumlu tuttu. Ona içten içe acıyor ve
sempati duyuyordu. Bu cehennemde kendisine yardım eden tek kişi ya da tek arkadaşı oydu. Herzaman
yemeği ve yaralarıyla o ilgileniyordu. Kaçmasına yardımcı olacağına dair söz vermişti. Ama şimdi kendisine
yardım edecek hiç kimse kalmamıştı. Artık tamamen tek başına ve yalnızdı. Bu lanet yerde birkez daha
umutsuzlukla cebelleşiyordu. Kalbi çok acıdı.
Yün yorganın altında hareketsiz biçimde yatarken başını yana çevirdi ve göz ucuyla tepsideki yemeğe baktı.
Üzerinde soğanların yüzdüğü renksiz bir tabak dolusu çorba, pilav ve kızartılmış tavuk göğsünün dışında bir elma,
bir potakal ve üç dilimde ekmek vardı. Joen'siz yemek hiç iştah açıcı gelmiyordu. Ama açtı ve yemek zorundaydı.
Çünkü Joen için yemeli ve gücünü yeniden toplayarak intikamını almalıydı. Onun kendisi yüzünden öldürüldüğünü unutmamalıydı. Bu ona ihanet olurdu. Ve Asya ihanetlerden nefret ederdi.
Yardım almadan güçlükle yerinden doğruldu ve ağlayarak yemeğini yedi. Her lokma sanki boğazına düyümleniyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÖNÜŞ
Misterio / SuspensoLanet benimle var olmuştu olmamalıydı, Ben de var olmamalıydım. Beni doğuran kadınla birlikte ölmeliydim, Ya da rahmine hiç düşmemeliydim.