Hemşireler

3.8K 354 473
                                    

Hayat; beş masum harfin arkasına sığınan dünyanın en büyük şeytanıydı. İnsanları uğradıkları zulme karşı alıştırarak kendini gizliyor, karakterleri ve benlikleri yavaş yavaş çürütüyordu.

Tıpkı Seokjine olduğu gibi...

Namjoon kolundan sımsıkı kavrayıp aynı yerin bilmem kaçıncı kez morarmasana sebep olacak kadar sıkarken nefesi kesiliyordu. Onun iri gövdesi karşısında gittikçe çelimsizleşen bedeninin hiç şansı yoktu. Olsa dahi zihnen yaşadığı çöküş bedenini olduğundan daha ağır bir hale getirmişti, karşı çıkacak mecali yoktu.

Yine de bu güçsüzlüğü acı çekmeyeceği anlamına gelmiyordu. Kolunu kurtarmak amaçlı kıvranıp çırpınsa da iri kemikli esmer eller beyaz teninin üzerindeki konumundan bir milim dahi oynamamıştı.

"Bırak kolumu."

Nereye gittikleri konusunda hiçbir fikri yoktu, Namjoonun bu yersiz yakınlıkları-bu bazen sinirden olsa da- o ve kalbini kendinden geçiriyordu. Bir hafta öncesine kadar görmek dahi yeterdi ona, şimdi ise her fırsatta dolgun dudakları arasındaki nefesi kendi dudakları üzerinde hissediyordu.

Salondan çıkıp terasa girdiklerinde hala aynı konumdalardı. Kış olmasına rağmen dolu olan havuzun içi ışıl ışıl parlarken dökülen yapraklar üzerinde süzülüyordu. Ağaçlar çıplak kalmıştı ve bakımlı bahçeye ilk defa çıkan Seokjin henüz bahçeyi süzerken kendini terasın korkuluklarına yaslı halde buldu.

Namjoon iki kolunu da korkuluklara yaslamış, Seokjinin bedeninin iyice kendine yaslanmasını sağlamıştı. Kulakları uğulduyordu, kalp krizi riski geçirecek kadar çok sıkışıyordu kalbi. Namjoon kiraz çiçeği ve hafif sigara gibi kokuyordu, bu çok erkeksiydi ve Seokjin başını boyun girintisine yaslayıp uyumak istediğini hatırlattı kendine. Havaya kaldırdığı açık kahve saçları yumuşacık görünüyordu. Elleri karıncalandı.

"Yap-yapma."

Nefesini bilerek yüzüne üflüyordu. Seokjin uzaklaşmak için başını iyice geriye yaslamış, bedeni yay gibi gerilmişti. Namjoon üzerine daha çok eğilirken hafiften gülümsemiş, serseri sırıtışının ardından yapıştığı bedeni bir kez daha korkuyla titretmişti.

"Neyi yapmayayım?"

Konuşurken dudağı çenesine değdiği an zeminin ayakları altından kaydığını hissetti. Bu yakınlık çok fazlaydı. Öpmek için bu kadar yakınken aynı zamanda öpemeyeceği kadar uzak olması kalbini kavurmuştu, gözleri doldu. Biraz daha... Biraz daha yaklaşırsa ağlayacaktı.

"Ya-yaklaşma."

Namjoon yine duymamazlıktan gelmişti. Seokjin bayılacak gibi olduğundan nefes alabilmek uğruna başını eğip gözlerini yumarak derin nefesler alıyordu. Namjoon, ona olan zayıflığını ona karşı kullanıyordu ve bu her seferinde Seokjini derinden yaralıyordu. Onu bıraktığında bu kadar acımasız değildi Gamzeli Kahramanı.

Muzip ifadeyle yaklaştı dudaklarına. Neredeyse öpecekti ancak milimler engeldi buna. Kemikli esmer eli önce yanağını kavradı nazikçe. Bu dokunuş yüzünden büyük olan afallamış, titreyen dizleri kendini bırakırken son anda parmaklıklara tutunmuştu.

Namjoonun eli yavaşça çenesinden boynuna  ilerledi. Avuç içindeki sıcaklık boyunun her kıvrımında gezerken aşağıya, kürek kemiklerine doğru ilerlemeye devam etti. Karşısındaki bedenin titreyişinden duyduğu haz yüzündeki muzip ifadeden belli oluyordu. Alt dudağını çenesine dürterek kulağına yöneldi. Önce hafif kıkırtı sesi ardından tok ve kalın sese ait kışkırtıcı fısıltı doldurdu kulaklarını.

"Ben seni çoktan unuttum, Kim Seokjin."

Seokjin şaşkınlıkla derin nefes almak için gözlerini araladı ancak Namjoonun iki eliyle boynuna uyguladığı baskı ile ayakları yerden kesilmişti. Ve ne olduğunu anlayamadan bedenini buz gibi suyun içinde bulmuştu. Sanki milyonlarca bıçak bedenine batıyordu ve kaskatı kesilmişti. Çırpınmaya çalışsa da soğuk kemiklerini sızlatıyordu.

Copo de Nıeve | NamjinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin