Şans; kaderi iyi insanların yanlızca doğru kararlarıyla hiç uğraşmadan vardıkları iyi sonuçlardı sadece. İnsanları çabalamadan arzulamaya iten kötü karakterli bir terimdi. Ona sahip olmaya çalışan insanlar hayatın hırsına kapılır, bazen bir hiç uğruna çoğu değerini feda ederdi.
Seokjin bildi bileli hep şanslı olandı. İçinden geçirdiği şeylere dahi kolayca sahip olabilecek bir aile ortamında büyümüştü. Öte yandan oldukça amatör olmasına rağmen müzik kariyerinde sahip olduğu kardeşleri ve iş arkadaşlarıyla oldukça büyük adımlar atmıştı. Hepsini ayrı seviyordu, hepsi için her gün şükrediyordu.
Hayat, yani onun şeytanı şansın her zaman iyi olmayacağını anlattı, hemen ardından vicdan ve pişmanlık ikizlerini kalbinin ortasına yerleştirdi.
Hastanede gerçekleşen partinin ardından tam bir hafta geçmişti. Bir hafta boyunca hiçbir değişiklik olmamıştı aralarında ve tuhaftır ki Seokjin alışmaya başlıyordu. Hala bazen canını acıtacak sözler söylese de Namjoon eskisi kadar sert davranmıyordu ona.
Bazen evi temizliyor, yemek yapıyor, Sang Joon ve Nam Joonun hazırlanmasında yardım ediyordu. Namjoon çoğu kez evin dağılmaması konusunda onu uyarsa da bu hallerine alıştığından sükunetle başını sallamak dışında bir tepki veremiyordu. Yanılızca bedeni değil ruhu da ağırdı artık.
Bir hafta içinde defalarca kez Jimin ile konuşmuş, Hoseoktan gelen destek mesajlarıyla ilgilenmişti. Onun dışında gerçek anlamda şaşırmasına sebep olan, özlediği mutluluğu iliklerime kadar yaşadığı anlar olmuştu. Küçük çocuk henüz iki haftadır tanıdığı bu adamı babasının zamanında yaşattığı aşkından daha çok seviyordu.
Şimdi ise yeniden hastanedelerdi. Namjoon işinin erken biteceğini söyleyerek akşam yemeği için hazırlanmalarını istemişti. Hala konuşurken emrivakiydi, sorulan soruları kestirip atmak dışında kendiliğinden girdiği tek iletişim Seokjin ve onun bitmek bilmeyen yemekleri oluyordu.
"O tabak bitecek, Kim Seokjin."
"Ama-"
"Soru sormadım."
Her akşam yemeği Seokjin tabağını sıyırmadan bitmiyordu. Bu ona umut olmuştu ancak öyle garip bir durum içindeyken tek yaptığı çaresizce düşünerek beynini kemirmek oluyordu. Onu önemsiyor muydu, yoksa bu kötü halinden suçlanmaktan kaçtığı için zoraki mi davranıyordu?
Gözlüğü burnunun ucuna kaymış kır saçlı yaşlı doktor sayısız kez önlerinden geçmişti. Oturmaktan bacakları sızlayan Seokjin ayağı kalkmış, sırtını daha önce tanık olduğu iğrenç sohbetin adresindeki sütuna yaslamıştı. Üstündeki açık mavi gömlek ve siyah kumaş pantolon ile oldukça yakışıklı olduğundan ilgili bakışlar onun üzerindeydi.
Sang Joon beklemekten sıkılmış olacak ki okulun yorgunluğu yüzünden mayışmaya başlamıştı. Oturduğu sandalyede başı bir o yana bir bu yana düşerken gözlerini açık tutmada zorlanıyordu. Dudakları aralanmış, kendini ayık tutmak için karıştırdığı saçları dağılmıştı.
Uykusuzluğa daha fazla dayanamamıştı, Namjoonu bekleme süresi gittikçe uzamış ve akşam yemeği zamanı çoktan geçmişti. Küçük olan kusa bacaklarını ona epey uzun gelen sandalyeden sarkıtıp dikkatlice indi. Paytak adımlarla sütuna dayalı halde dalgınca bir şeyler düşünen Seokjinin yanına gitmiş ve gömleğini hafiften çekiştirmişti.
"Ne oldu, bebeğim."
"Babamın yanına gidebiliy miyim?"
"Ama hastası var onun."
"Sadece yanında duyacağım."
Seokjin bir süre düşünmüştü. Namjoonun oğlunun bu güzel enerjisine ihtiyacı olduğunu düşünmüştü, sabahtan beri koşuşturuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Copo de Nıeve | Namjin
Fanfiction"Bugünden itibaren BTS yoluna 6 kişi olarak devam edecektir"