"Taksi!"
Bir elinde yanlızca bir gecede eline geçen bütün kıyafetlerini içine tıktığı siyah bavulu, diğerinde ne olur ne olmaz diye yanında taşıdığı İngilizce-Korece rehber ile havaalanı çıkışındaki caddenin kenarında bekliyordu. Elini gelen sarı araçlara doğru sallarken mutlaka birinin durmasını istiyordu.
Yorgundu çünkü adresi alır almaz ilk uçağa bilet almıştı bile. Gün ışığı daha Jikookun evini dahi bulmamışken gözlerini alan turuncu gün ışığı eşliğinde evden ayrılıp havaalanına koşmuştu. Jimin, doğumunda Namjoonun mutlaka ziyaret edeceğini ve belki de beklemek gerektiğini o gün içinde onuncu defa hatırlattı Seokjine. İçinde ikiliye dair çok kötü hisler filizlendiğimden işlerin daha kötü bir hale gelmesini göze alamıyordu küçük olan.
Seokjin beş yıl içinde tuttuğu canavarı iki ay daha zapt edebileceğini sanmıyordu. Üstelik çarpık parmaklarının olduğu zarif kemikli ellerinde evinin adresini tutarken... Her gün adrese bakıp delirmektense ya da çiftten habersiz ona ulaşmaya çalışırsa işlerin daha kötü bir hal alacağını biliyordu. Jimin ve Jungkook Namjoonu rahatsız etmemesi konusunda özellikle tembihlemiş, ağabeylerine güvenerek adresini vermişlerdi. Güvenlerini kırmaktan çok korkuyordu.
Duyguları deniz gibiydi Seokjinin. Duyguları da onun gibi buluttan doğmuş gibi saf olsa da hep onun aleyhine çalışmışlardı. O deniz kalbinin kıyısına çarpa çarpa çürütmüştü kıyılarını. Küçücük bedeniyle koca sahildeki kum tanelerini ayıklamaya çalışır gibi onarmaya çalıştı duygularının erittiği organlarını, ama zayıf bedeni daha ikinci turda benliğini kendini yutmaya hazır denize bırakmıştı.
Taksiye bindiği an havanın soğukluğuna lanetler etmiş, titreyen ve morarmaya başlayan elleriyle adresi sarışın yaşlı şöföre vermişti. Yaşlı adam anlamadığı birkaç kelime homurdanırken sağ eliyle vitesi değiştirmiş ve ağır ağır ilerlemeye başladı.
Seokjin yol boyu geçtiği sokakları izledi. Yanlızca adamın sorduğu "Nerelisin?" sorusuna Koreli olduğunu söylemiş, aynı sessizlikle Los Angles sokaklarının cafcaflı ışıklandırmalarını seyretmişti. Buraya ilk geldikleri zamanı hatırladı. Ellerinde ilk konserlerine ait büyük afişleri utangaç bir şekilde kapattıkları gözleri ve yarım yamalak İngilizceleriyle kalabalığa doğru sallayışları gözünün önüne geldi.
"Hey,merhaba. Konserimize gelir misiniz? Evet, bedava. Lütfen, katılır mısınız?"
Yüzünde oluşan gülümseme ile daldığını fark etmemişti Seokjin. Araç yavaşlamaya başladığında etrafındaki evleri inceledi. Diğer sokaklara oranla daha büyük evler ve daha pahalı araçlar vardı. Buranın zengin bölge olduğunu anlaması, tamamen beyaz olan ve girişi dev mermer sütunlarla korunan milyar dolarlık evi görmesiyle doğrulanmıştı.
Namjoon hakkında bildiği tek şey tıp sektöründeki hayatında büyük bir başarıya ulaşmış olmasıydı. Zekası her zaman insanlara umut ışığı olmuş, yıllardır fanlığını yapan başarılı kadınların çoğu onu örnek aldıklarını söylemişlerdi. Merak ediyordu. Her gün yaptığı gibi yaşadığı yerden kahveyi içişine, sevdiği kişilerden iş ortamına kadar ona dair her şeyi merak eder olmuştu. Yıllar öncesine kadar merak etmeye üşenen bir insandı Seokjin.
Taksi krem rengi duvarlara ve siyah büyük sütunlara sahip üç katlı evin önünde durdu. Kapısı ve oval pencere pervazları griydi. Araç evin dışı kadar spor bir görünüme sahip camları filmli, siyah Range Roverın arkasında neredeyse kaybolmuştu.
"134 Dolar."
Parayı ödeyip araçtan indi. Çelimsiz bileği şimdiden büyük bavulu taşımaya acizliğini gösterip sızlamaya başlamıştı. Aldırmadı ve çevresini hafızasına kazımaya koyuldu.Ev öyle ihtişamlı ve asil duruyordu ki taksi gitmiş, hafif esinti sonunda onu üşüterek dalgınlığının dağılmasını sağlamıştı. Klasik Amerikan evleri gibi görünse de çatısındaki hafif eğim geleneksel Kore evlerini anımsatıyordu.
Gözü kapıdaki araca takıldı. Hemen arkasına çoktan ateş kırmızısı bir Porsche gürültüyle park etmiş, içinden çıkan lise çağında olduğu belli sarhoş genç yalpalayarak karşı caddedeki eve doğru ilerlemişti.
Bavulunu kavradı, yüzünde anlamsız bir gülümseme de olsa korkuyordu. Büyük bir umut yeşermişti içinde ama yılların getirdiği bir şey vardı ki o da onun içindeki kin büyüdükçe ona zarar dahi verebilmesiydi. Seokjin, kapısının önüne gelene kadar reddedilmeyi hiç hesaba katmamıştı. Jungkook onun için beş yıldızlı bir otelde rezervasyon yapsa da bir an, yanlızca kısacık bir an için oteli iptal ettirip 'parasızım' ayağına onun ayaklarına yapışmak istedi.
Basamakları tek tek çıktı. Gerginliği o soğuk havada dahi boncuk boncuk terlemesine neden olmuştu. Fazlasıyla kansız ve çelimsizdi, kemiklerine kadar titriyordu.
Seni öldürmez Kim Seokjin. Çok streslisin, rahatla.
Kendini yatıştırmaya çalıştı. Gözlerini yumdu, kuruyan dudaklarını yalarken parmağı zili bulmuş, hafiften bastırmıştı. İçeriden gelen boğuk çan sesi ile bir adım geriye gitti. Kendini bekleyen ne olursa olsun buna hazır olmalıydı. Hazırdı, öyle hissediyordu.
Namjoonu görmeyi hayal etmişti birçok kez. Hoseok ile sarhoş oldukları gece yarım yamaklar hatırlıyordu onun anlattıklarını.
"Hyung, o kadar değişmiş ki o yanaklarına dokunup tatlı diye dalga geçtiğimiz gamzeleri bile yanağında keskin bir hal almış. Kilo almış, hyung, kilo dediğime bakma hala spora devam ediyor. Beyaz önlük ona çok yakışıyor, ne yediğini bilmiyorum ama kilo aldığı için mi? Ah, çok iri!"
Seokjin Namjoonu çok iyi biliyordu. Harika bir fiziği vardı ve uzun boyuna karşın yumuşak hatları sayesinde bütün kıyafetleri rahatlıkla taşıyordu. Çene hattı çok keskin değildi, güldüğünde karizmatik de olsa onu olduğundan daha tatlı yapıyordu. Bir de bütün üyelerin mutlaka parmak uçlarını kastırdığı iki derin gamzesi vardı tabi. Seokjin ağlasa da Namjoonun konuşurken dahi ortaya çıkan gamzelerine dokununca gülümserdi. Hoseok ve Namjoon bu yönden kutsanmış iki melekti.
Namjoonu hiç duyduğu kadarıyla hayal edemedi Seokjin. En çok da bu yüzden merak ediyordu ya. Yumuşak ve şefkatli yüz hatları nasıl olur da değişirdi birkaç yılda?
Gri kapının kenarları, buğulu bir camla örtülüydü ve içerideki ışık loş bir şekilde Seokjinin ayaklarının dibine düştü. Adım sesleri geliyordu ancak olduğundan daha mı sıktı sanki?
Saniyeler sonra kapı açıldı. Seokjin karşısındaki kişiyi görünce şaşırmıştı. Başını kaldırdı, kapının üstündeki numaraya dikti gözlerini, sonra elinde tuttuğu adresteki numaraya baktı. Yanlış gelmemişti.
Karşısındaki küçük çocuk esmere çalan buğday teni, kemirdiği dolgun dudaklarını sıkıştıran tombul yanakları ve alt dudağını dişlerden ortaya çıkan gamzeleriyle gözüne fazla tanıdık gelmişti. Gözleri ona Jimini hatırlatmıştı, şişlik göz kapaklarının gülünce kısıldığından emindi.
"K-Kim Namjoonun evi?"
Küçük çocuk dudağını kemirmeyi bıraktı. En fazla dört yaşlarında olduğunu düşündü Seokjin. Fakat şaşırdığı şey çocuğun onu Namjoonu çağrıştırması olmadı. Çocuk başını aralık kapının ardına çekerken gülümsedi. Gamzeleri derinleşti. Başını kapının arkasına gizleyerek inçe sesiyle bağırdı.
"Baba! Burada bir adam var seni soruyor."
____________
Merhaba~~
Kurgumun asıl başlangıcına hoşgeldiniz :33
Umarım beğeniyorsunuzdur
Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayınız lütfen kuzularım
Bundan sonraki gerçek anlamda beklenmedik gelişmeler olabilir ve ben buna sizi hazırlamadan gelişmeleri yazarak kafanızın karışmasını istemedim
Şunu da belirteyim ki bazı sıradan kurgulardan uzak kalarak angst ile başlayan bir kurgu yazma hayali zaten vardı bende. Bilirsiniz kurt adam, patron-sekreter veya kedi çocuk gibi...
Yanlış anlamayın lütfen, asla küçümsemiyorum hatta benim dahi kütüphanemde çok başarılı yazıldıklarını düşündüğüm böyle hikayeler mevcut ancak yazan va yazamayan herkes yönelmiş bu konulara.
Neyse ben çok uzattım :333 Farklı bir kurgu. Her an her şey olabilir.
Sizi seviyorum 😘
Bangtanla kalın 💜💜
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Copo de Nıeve | Namjin
Fanfiction"Bugünden itibaren BTS yoluna 6 kişi olarak devam edecektir"