Fatma
Küçükken anne ve babamın arasında geçen bağırışmaların içinde adım geçtiğinde titrerdim. Bu yüzden ne zaman adım yüksek sesle söylense irkilirdim. Bilemiyorum, belki de bana bağırdıktan sonra pişman olduğu için ona takılı kalmıştım. Bu konu açılmasını istemediğim ikinci meselemdi. İlk meselem ise babamdı. Küçüklüğü hep parçalı bir rüya gibi hatırlardım. Annemin ağlayışları, 'Fatma için katlanıyorum, bunu da bil,' dediği günden beri bir suçlu gibi hissettiğim zamanların içinde tıkalı kalıyordum. Ankara'yı hatırlıyorum bir de. Fazlasıyla kesik ve kırık bir Ankara. Terminale gidişimiz ve otobüsteki yolculuk boyunca camdan seyrettiğim tabelaları, annemin farkında olmadığımı düşündüğü göz yaşlarını, İstanbul'a girdiğimizde gördüğüm o eşşiz denizle ilk karşılaşma anımı... birçok anım bu şekilde kesikti.
Ankara... benim için sadece babamı görmek için aştığım bir yolculuktu. Küçükken ağır bir boşluk gibi gelse de büyüdükçe alışmıştım yokluğuna. Refleksler anne üzerine kuruluyken benim dilimde hep babam olurdu. O ağır boşluğun sebebi de buydu. Ama bu sokaktaki ilk düşüşümde artık büyüyen tarafım anne demeti öğrenmişti.
Bu semte öylesine taşınmamıştık. Teyzem buralarda oturuyordu. Annem, ona yakın olmak için buraya gelmişti. Teyzemin bir oğlu vardı, Emin. O anıdığım tek kuzenimdi. Benden sadece 1 ay büyüktü. Küçükken anlaşamasak da büyüdükçe birbirmize kardeş olmuştuk. Tabii babamın bizimle olmayaşı onun bana karşı daha fazla korumacı olmasına sebep olurdu. Bu da bazen aramızda tartışmaya neden olurdu.
Bu sokağa geldiğimiz ilk gün eve takılı mavi bir perdeyi hatırlıyordum. Annemin çıkartıp, 'daha güzelini dikerim,' dediğini de anımsıyorum. İlk zamanlar ne alınması gerekiyorsa annemle giderdik. Biraz zaman geçtikten sonra ilk defa tek başıma beni markete yollamıştı. O gün elimdeki sarı bezle önümde duran kıza bakıyordum. Saçları benim gibi çenesi hizasında kesilmişti. Yeşil tişörtü ve kahverengi pantolonu vardı üzerinde. Elindeki pembe bez paketini aldı ve çıktı. Peşinden ben de alıp marketin dışına çıktığımda az önce önümde olan kızın kapının önünde beklediğini fark etmiş ve durmuştum. Elindeki sarı bez paketine tedirgin bir gözle bakıyordu, yavaşça başını kaldırdı. Göz göze gelmiştik. "yanlış aldım," demişti üzgün bir sesle. "pembe değil, sarı demişti. Annem çok kızacak."
O zamanlar annesi ve kendisi arasında nasıl bir endişe duvarı örüldüğünü anlamamıştım, arkadaşım olup dostum olana kadar. Elimdeki pakete baktım, paketi uzatarak, "annem bana fark etmez demişti, al," dediğimde kahverengi gözleri parlamıştı. "çok sağ ol," dedi ve paketi aldı. Elindeki paketi uzattığında gülümseyerek almıştım. Paketi göğsüne bastırıp, "nerede oturuyorsun sen?" diye sordu. "şey... 2..." durdum, o zamanlar ismini ezberlemek kolay olmuyordu. Ama annem kolay ezberlemem adına tek tek okumamı söylemişti. "2,6,3,0 Sokak."
"Aynı sokaktayız!"
"Gerçekten mi?"
"Evet! Hadi, birlikte gidelim," dediğinde kolumdan tutarak beni yürüttü. Bu davranışı büyüdüğünde de yapacaktı hep. Onu takip ederek yürüdüm. Az bir mesafede olan sokağa geldiğimizde durdu. Bana baktı. "Nerede yaşıyorsun?" İşaret parmağımla gri renkli iki katlı binanın ikinci katını işaret ettim. "Orada."
"Aa, yeni taşındınız yani."
Başımı iki yana salladım. "Evet."
O da işaret parmağıyla karşı kaldırımdaki iki bina aşağıda kalan binayı gösterdi. Giriş katında kırmızı demirlikleri olan camı işaret ederek, "ben de orada oturuyorum," dedi. Hızla, "ben gideyim şimdi, annem beni arar sonra. Benim adım Nida." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
2630. Sokak
Novela JuvenilDört duvara sıkışmış hislerinin arasında kalan Nida, sokakların tozu ona değdiğinde kendisini hiç beklemediği bir durumun içinde bulur. Bu toz sadece ona bulaşmamıştır: Bir taraftan sarsıntıya uğrayan dostluğu ve yeni tanıştığı hisleriyle girdiği mü...