O, bir katildi. Ellerinde kan vardı, parasında kan vardı. Hayatında kan vardı. Birinin ya da birilerinin canını hiç acımadan almıştı. Belki sonrasında bile pişmanlık duymamıştı.
Önceden olduğu gibi değildi. Karıncayı bile incitmeyen adam, o değildi. Şimdi incitmekten çekinmiyordu. Değişmişti, eski Jung Hoseok değildi. Tıpkı benim gibi. Ben de eski Kim Taehyung değildim. Onun gibi ben de çok değişmiştim ancak bende değişen, onun aksine davranışlarım değil zihnimdi. Belki onun zihni hâlâ aynı saflıkta, incitmekten korkmaktaydı ancak benim zihnim, bana o itirafı yaptığı günden beri medeniyet yüzü görmemiş gibi vahşileşmişti.
Her şeye, en başta kendime yabancılaşmıştım. Bundan dolayı hissettiğim bir boşluk vardı. Tarif edemediğim bir boşluk. Sanki kendi uçurumumdan değil de başka birinin uçurumundan atlamıştım. Süzüldüğüm boşluk bilmediğim ve daha tehlikeli, daha karanlık bir boşluktu. Korkuyordum. Kendi zihnim sanki her an beni tehlikeli bir oyuna dahil edecekmiş gibi; düşüncelerim düşmanımmış gibi, fırsat buldukları an beni kendi biçimlerine sokacaklarmış gibi hissediyordum.
Düşündüğüm gibi olmaktan korkuyordum.
Hoseok gibi olmaktan.
Katil olmaktan.
Hoseok'tan, yapabileceklerinden ve yapabileceklerimden öyle korkuyordum ki o konuşmanın üstüne bir hafta odamdan doğru dürüst çıkmamıştım. Yalnızca tuvalete gidiyor ve mutlak sessizlik sağlandığında ortalıkta kimsenin olmayışını fırsat bilerek gidip yemeğimi yiyordum. Hoseok'u görmezden geliyor, selam dahi alıp vermeyi reddediyordum. Üç gece kapımda konuşmak için yalvarmıştı. Bilemiyorum, dört gece de olabilirdi, beş de. Son zamanlarda düşünce yoğunluğundan kurtulmak için erken uyuduğumdan onu duymamış olabilirdim. Ayrıca bu onu görmezden gelmem için de kolaylık sağlıyordu.
Durdum, zihnimi boşaltamasam da çabalayarak gözlerimi kapattım. Soğuk yatağımda yan dönüp bacaklarımı kendime çektim. Mide bulantımı azaltmak için ne yapmam gerektiğini bilmediğimden yatağımda kıvranıp duruyordum. Mutfaktan sesler gelmese, Hoseok'la karşılaşma ihtimalim olmasa hiç beklemeden içimde ne var ne yoksa tuvalete dökerdim ancak koşa koşa yanıma geleceğini biliyordum. Son iki gündür konuşmak için ayrı bir çaba sarf ediyordu. Fırsat kolluyordu. Bense onun konuşmak için çabaladığı kadar konuşmamak için çabalıyordum.
Bu kovalamaca ve dahası ne kadar geç son bulursa benim için o kadar iyiydi. Konusunu açmak; kimi nasıl öldürdüğünü ya da pişman olup olmadığını duymak dahi istemiyordum. Benden af dilemesiniyse hiç.
Artık ona eskisi gibi bakamıyordum.
İstemediğim sahnelerin gözümün önünde canlanmasıyla artan mide bulantıma lanetler ettim. Daha önce hiç midemde bu denli sarsıntılar yaratacak kadar büyük bir stres ve baskının altında kalmamıştım. Çeşitli iftiralardan sonra mesleğimden edilmemde bile -üzgün hissetsem de- daha soğukkanlı davranmıştım. Şimdiyse ne kadar bulantılarımı bastırmaya çalışırsam çalışayım bir etkisi olmuyordu. Bu yüzden çok geçmeden kalkıp tuvalete koştum. Hosoek'la karşılaşmak istemesem de geceler boyu kusmuk içinde yatmaktan daha kötü olamazdı.
Klozetin dibine çöktüğümde midemde ne var ne yoksa hepsi çıktı. Az öncekinin aksine, kendimi kasmak yerine rahat bıraktım. Vücudum anında halsizleşmişti, göz kapaklarımaysa beşer kiloluk ağırlıklar asılmış gibiydi. Bir anda içimdeki tiksinti beni zehirlemişti sanki, ölüyor gibiydim. Ancak bu tiksintimin sebebi Hoseok değildi. Cehennemin dibine kadar yolu vardı, artık umrumda değildi. Tüm bu tiksintimin sebebi bendim, düşüncelerimdi.
Birini öldürme fikrinin vücudumu titretecek kadar haz veriyor olması iğrençti.
Ben hasta olmalıydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OMERTA ╹ vmin
FanfictionBu deli dünyada tek başınasın, herkese ve her şeye rağmen hayattasın. •Mafia!Park Jimin