17♰ inferno

736 70 285
                                    

Yorgundum. Günler geçtikçe omuzlarımda ağırlaşan yükü taşımaktan bitkin düşmüştüm. Bazen yükü indirmeden durup Jimin'e sokuluyor, kolları arasında ağlayarak teselli buluyordum ama sonrasında yeniden kalkıp her şey yolundaymış gibi rol kesmem gerekiyordu. Çünkü artık sonuna gelmiştik.

Bugün, o gündü. Son gün. Jimin'i öldürmem için verilen sürenin ve de hayat denilen çakıl taşlarıyla dolu çukurlu yolun sonu...Yalnızca birkaç saat, yolun bitimine birkaç adım kalmıştı.

Onu öldürmeyecektim. Kaçmıyordum da. Ablamı ve yeğenim Jihyo'yu buradan çok uzaklara gönderecektim ama ben, burada kalıyordum. Jimin nasıl yayından çıkıp göğsüne yol almış yüzlerce zehirli okun farkında olarak dimdik ayakta duruyorsa ben de onun yanında duruyordum. Planı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Aslında bir önemi de yoktu. Zaten bizi öldürecekleri garantiydi. Ülkeden kaçsam da kaçmasam da sonumdan kaçamayacaktım. Birilerinin nefesini hep ensemde hissedecektim. En azından Jimin'in yanında ölmek kayıp ruhumu biraz olsun huzura ve onura ulaştırabilirdi.

Gözümü açalı belki de beş dakika ya olmuş ya olmamıştı, daha ayılmadan pelte zihnimle acele acele ablamı ve yeğenimi nasıl buradan güvenli bir şekilde götüreceğimi düşünüyordum. Birkaç sefer Yoonji'yle çalıştığımda aldığım para hâlâ duruyordu, pasaport ve vize hazırdı. Uçak biletini de Jihyo hastaneden yeni taburcu olabildiği için ancak bugüne, akşam saatlerine alabilmiştim ama sorun değildi. Jimin ve benim kadar ciddi değildi durumları, en güvenli yoldan gitmeleri çok daha önemliydi.

Kafamda aynı anda hem ablamın günlerdir nedenini sorup durduğu bu uzun süreli 'seyahat' için yapmam gereken açıklamaları milyonuncu kez tekrarlıyordum hem de odamdaki yatağın altında bekleyen çantaları düşünüyordum. Kafamda hayatımın son günü tekrar ve tekrar, bozuk bir plak misali oynayıp duruyordu. Bu düşünceler gittikçe derinleşiyor, uykuyla baygınlık arası bir dalgınlıkla beni zincirliyordu. Bunun ne kadar böyle sürdüğünü bilmiyordum ancak bir süre sonra sıcak bir elin tişörtümü sıyırmasıyla irkilerek kendime geldim. Jimin yarı baygın halimden uyandığımı anlamış olacaktı ki eli nazikçe tişörtümün altına girmiş, bel boşluğumu okşuyordu. Sonra sıcak nefesini hissettim ensemde. Bunun beni ne kadar etkilediğini bildiğinden nefesleriyle özellikle dağlıyordu tenimi. Burnunu saçlarım arasına sokuyordu.

"Günaydın," diye fısıldadı, yeni kalktığından çatallaşan sesi beni ürkütmekten korkuyormuş gibi yumuşacıktı. Yüzüstü yattığım yerde sırtüstü dönünce tek dirseği üzerinde yükseldi. Parmakları tekrar tişörtümün altından, tenimin her noktasını ezbere biliyormuş gibi en hassas noktalarımdan geçerek göğsüme ulaşmıştı.

"Günaydın."

"İyi uyuyamadın mı?"

"Hayır, iyi uyudum."

"Yorgun görünüyorsun ama."

"Beni yordun."

Dudakları uyandığından beri böyle bir cevaba hazırlanıyormuş gibi yarım bir gülüşle gerildi, gözleri hafifçe kısıldı. Saçları karmakarışık, geceki debelenmelerinden şekilsizdi. Simsiyah tutamlar gözlerinin önüne rastgele düşüyordu. Elimi yetişmesi çok zor bir ilahi güce uzatır gibi uzatmış, sabah ışıklarının çarptığı yüzünü ve saçlarını okşamıştım. Son zamanlarda aramızdaki bağların güçlenmesiyle yüzünde güller açıyordu ve bu güller her açtığında bulaşıcı bir hastalık misali benim dudaklarıma da yayılıyordu. Şimdi de şuursuz bir gülümsemeyle onu izliyordum ama bu gülümseme pek uzun sürmedi. Kalbime aniden düşen kara bir leke tüm vücudumu esir almıştı, bana bu gülüşleri son kez gördüğümü hatırlatıp dudaklarımdaki gülümsemeyi söndürmüştü. Jimin'in de dikkatinden kaçmadığından suratımı asmama izin vermeden dudaklarımı sardı dudakları. Sağ göğsümde gezinen eli teselli eden bir tavırla okşadı tenimi.

OMERTA ╹ vminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin