Buradaydım, hayatta. Nefes alıyordum. Belki içim yanmaktan kül olmuştu, birkaç saat öncesinde kendi hayatıma son vermeye çalışmıştım ama hâlâ ayakta duracak gücüm vardı. Bir parçam yarım bıraktığım işi tamamlayıp bu oyunlara bir son vermemi söylüyordu, diğer yanım 'yaşa' diyordu.
Her şeye rağmen yaşa.
Ailen için yaşa.
Buraya kadar vazgeçmek için gelmedin.Kolay değildi, bunu içten içe biliyordum. Atlatmam zaman alacaktı ama bir şekilde atlatacaktım. Çabalamaktan vazgeçemezdim. Ayakta durmalıydım. Sadece ailem için değil, kendim için de ayakta durmam gerekiyordu çünkü derdim yalnızca Park Jimin'le veyahut Kang Daniel'le sınırlı değildi artık. Kim Seokjin. O piçi bulduğum yerde gebertecektim, benimle derdi her neyse o beni bitirmeden ben onu bitirecektim ama hızlı, acısız bir şekilde ölmesini istemiyordum. Bu zamana dek içimde biriken ve kanser gibi vücudumun her yerine yayılan nefreti üzerine son zerresine dek kusmak istiyordum. Durmam için yalvarmasını, merhamet dilenmesini...İntikam böyle bir ateşti işte. Harlanması için tek bir yel yetiyordu ve dün gece bu ateşi yeller değil, fırtınalar harlamıştı. Damarlarıma zehir gibi gireceğini hayal dahi etmediğim intikamın pençesine düşmüştüm. Bu zehri damarlarımdan atmadan da ölmeyecektim.
"Ne düşünüyorsun?"
Saatlerdir hükmü süren sağır edici sessizliği birden bozunca düşüncelerimden irkilerek sıyrıldım. O konuşana dek zihnimde boğulduğumun, nefeslerimi tam almadığımın ve dizimi şuursuzca salladığımın farkında bile değildim. Dizimi sallamayı bıraktım, derin bir nefes çektim ve kafamı boşaltmak için zihnimde dönüp duran kanlı sahnelerden uzaklaşmaya çalıştım. Seokjin'i öldürmeye öyle odaklanmıştım ki bu çalışma odasında ne için beklediğimizi dahi unutuvermiştim. Tek umursadığım onu öldürmekti. Üstelik gelip geçici, bir anlık bir öldürme hevesi değildi bu. Emindim. Vücudum kanının sıcaklığını hissetmek için tutuşuyordu.
"Gerginim," diye geçiştirdim kısaca. Ona kafamda dönüp duranlardan bahsetmek ve yardım istemek için can atıyordum ancak kendi meselelerimi dahil etmeme nasıl bakacağını bilmediğimden şimdilik konusunu açmayacaktım. Daha zamanı vardı.
"Gerilmeni gerektirecek bir şey yok. Yalnızca ne olduğunu öğreneceğiz."
"Öğreneceğim şey beni korkutuyor."
"Hep böyle panik içinde misin? Rahatla biraz."
Park Jimin'in hep böyle rahat olması sinirlerimi bozuyordu. En kritik, en gergin anda bile tavırları o kadar rahattı ki bazen sinirlendiğini gördüğüm halde bundan şüphe ediyordum.
"Nasıl bu kadar umursamaz olabilirsin, aklım almıyor."
"Abartıyorsun."
Elbette, zaten hep Taehyung abartır! Hep Taehyung fazla tepki verir, hep Taehyung fazla kafaya takar. Bu işler hep böyledir çünkü Kim Taehyung düşüncelerini ve duygularını kontrol edemeyen aptalın teki.
Göz devirip arkama yaslandım. Rahatlamaya çalışıyordum ama bu o kadar zordu ki dizim kontrolüm dışında sallanmaya başlıyordu sürekli. Saatler geçmişti, geçmeye devam ettikçe bedenimi kontrolüm altına alabiliyordum neyseki. Bu yüzden o rahatlamamı söyledikten yarım saat kadar sonra içim içimi yerken vücudum hareketsiz bir şekilde deri koltukta yığılmış kalmıştı.
Zaman asla geçmeyecek gibiydi. Sanki Jungkook o kapıdan içeri hiç girmeyecekti, haplardan hiçbir sonuç çıkmayacaktı. Çıksa bile iyi haberler müjdelemeyecekti. Vücudumun bu kadar tepki vermesi gayet normaldi. Onun bu denli vurdumduymaz olması çok daha anormaldi.
"Daha ne kadar sürecek?" diye kendi kendime mırıldanınca gazetesini katlayıp yanına koydu. Bileğinin iç kısmına dönen saatine bakıp "Az sonra burada olur." dediğinde derin bir nefes almıştım. İçime su serpilmişti adeta!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OMERTA ╹ vmin
FanfictionBu deli dünyada tek başınasın, herkese ve her şeye rağmen hayattasın. •Mafia!Park Jimin