13♰ louder than bombs

1K 92 194
                                    

Pekâlâ. Yalnız uyanmak benim için belki de geceden beri belli olan bir güne başlama şekliydi ama yine de bir yanım tüm gece ısrarla aksinin hayalini kurmuştu. Beklentiler içerisine girmiştim, gözlerimi yeni güne açtığımda onu yanımda bulacağımın düşüncesiyle uykuya dalmıştım ve sürpriz! Park Jimin bu sikik iplerden nasıl kurtulacağıma dair en ufak bir ipucu bile bırakmadan ortalardan kaybolmuştu. Aptallık bendeydi tabii, ondan böyle bir şeyi beklememeliydim. Onu suçladığım falan yoktu.

Bir noktada onu yanımda bulmamayı bile sorun etmiyordum, işleri olabilirdi ama hâlâ üzerimde olan bu ipleri kesinlikle sorun ediyordum. Üzerime ne geçirirsem geçireyim düğümler varlığını haykırıyordu. Odasında işime yarayacak herhangi keskin bir alet bulamamıştım. Son çarem, giysilerini üzerime kat kat geçirip şüphe yaratabilecek her detayı saklamak olmuştu.

Bir bıçak ya da makası kapıp ortalardan kaybolmak elbette fırsatını kolladığım tek şeydi ancak mutfaktaki çekmecenin yakınına dahi yaklaşamamıştım. Jungkook yakamı bir türlü bırakmıyordu. Onun zoruyla bir de balkonda oturuyordum, ona eşlik ediyordum. İpler görünmesin diye bacaklarımı kendime çekmiş, üzerime de sandalyenin ardına asılı ince örtüyü sermiştim. Neyse ki yaz aylarında değildik. Bu kat kat giyinmiş komik halimi garipsemiyordu.

"Burası bana huzur veriyor," diye mırıldandı gözlerini yalnızca tatlı rüzgarla hışırdayan ağaçların örtülediği manzarada gezdirirken. Kuş cıvıltıları kulağa ninni gibi geliyordu. Seul'ün kalabalık, bina dolu bunaltıcı bir şehir olduğunu göz önüne aldığımızda Jimin'in evi nimetten farksızdı. Herkesten, her şeyden uzak...İnsan başka ne isteyebilirdi ki?

"daha sık gelmeliyim."

"Belki buraya taşınman daha iyi olur."

"Neden?"

"Zor bir dönemden geçiyor. Yakınında olman onun için daha iyi olur. Ben burada sonsuza kadar kalamam."

"Her şey yolunda sanıyordum."

Kafamı iki yana sallarken bakışlarında beni rahatsız eden bir şeyler yakaladım. Gözlerimi kaçırıp yanımdaki telefonu sabahtan beri milyonuncu kez kontrol ettiğimde bu biraz da göz teması kurmamak için bahanem olmuştu.

Ablama ulaşmaya çalışıyordum. Neredeyse akşam olmuştu ve hâlâ aramalarımı reddediyordu, mesajlarıma dönmüyordu. Soyeon da öyle. Buluşmaya gelmediğime ve bir daha aramadığıma -fırsatım olmadığını bilseydi keşke- kızgın olduğunu biliyordum ama beni bu kadar merakta bırakmazdı. Bir anda ikisine birden ne olduğunu anlamamıştım ve bu mideme kramplar girmesine neden oluyordu. İçimdeki kötü hissi nasıl bastırmam gerektiğini bilmiyordum. Bazen boğazıma bir yumru oturuyordu, sonra kendiliğinden kayboluyordu. Nefeslerim düzenini kaybediyordu, göğsümdeki ipler derin nefesler almamı engelliyordu. Sanki panik ataklar gelip gidiyordu. Ne kadar dayanabileceğimden emin değildim.

"Bilmediğim ne var?"

"Sana bir şey söylemedi mi? Herkes dağılmış, gitmiş. Jimin'in planları suya düştü yani. Başka bir çare bulacağım diyordu."

"Bana hiçbir şey anlatmadı. Ben de her şey dört dörtlük gidiyor sanıyorum, şu hale bak. Harika."

"Dün gece konuştuk, bana da o zaman söyledi zaten. Ben de bu kadar kötü olduğunu bilmiyordum."

"Dün gece çok fazla şey konuştunuz zaten. Duydum."

Dışarıyı seyretmekten dokunmayıp soğuttuğu kahvesini gülerek masaya bıraktığında kaşlarımı çattım. Sabahtan beri davranışlarındaki bu tuhaflık...Sikeyim. Uyanık olduğu aklımdan tamamen çıkmıştı. Gerçi uyuyor olsa bile 'sessiz olma' konusunda çok kötü olduğumdan sonrasında da uyanabilirdi.

OMERTA ╹ vminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin