"Bu zamana kadar yaptığın en büyük hata neydi biliyor musun?"
"Bilmiyor musun?" diye fısıldadı sessizliğime karşı. Suratıma doğru eğildi, gözleri gözlerimde bir süre oyalandıktan sonra evine giden bir adam gibi, dudaklarıma doğru yavaş ancak kararlı bir yol çizdi. Benden hâlâ bir cevap bekliyor gibi dudaklarımı inceliyor, veremeyişimden zevk alırcasına kıvrılan dudaklarını birbirine bastırıyordu.
"O halde izin ver söyleyeyim; beni sırtımdan bıçaklamaya çalışmandı Taehyung. Aptalsın, çok aptal. Bıçak doğrultman gereken son kişiyi, bıçağının ilk hedefi yapacak kadar aptal."
Boğazımdaki tasmaya iki parmağını geçirip kendine doğru çektiğinde suratlarımız arasında milimler kalmıştı. Nefeslerimiz birbirine karışıyor, ten sıcaklıklarımız birbirine çarpıyordu. Onunla bu yakınlıkta olmak ölüm meleğiyle burun buruna olmaktan farksızdı; ölümün verdiği korku, verdiği hazla yarışıyordu.
O noktada var olmayı istemekle istememek arasındaki çizgide ellerim bağlı bir şekilde bekliyordum. Bir şey yapacak yüzüm yoktu. Ne dese haklı, ne yapsa yeriydi. Karşı çıkacak değildim.
Çünkü ihanet etmiştim. Yeminimi çiğnemiştim.
"Herkesin aksine, ben sana çok güvenmiştim. Önüne bir çanta para koyarken bu işi koşulsuz ve layıkıyla yapabileceğinden, bana ihanet etmeyeceğinden hiç tereddüt etmemiştim."
Hayal kırıklıklarını tükürürcesine söylerken gözleri gözlerime çıkmıştı. Gözlerimi her kaçırdığımda gözlerine bakmamı istiyor gibi sürekli tasmayı daha da çok çekiyordu. Burun burunaydık. Üstelik arkamızda Antonio ve Lorenzo beklerken böyle yakınlaşmaktan da hiç çekinmiyordu.
"Böylesine ucuz duyguları ilk kez sana göstermiştim üstelik. Yazık oldu."
Boşta kalan eliyle çenemi sıktı, dudaklarımız arasındaki fark kapanmıştı ancak ne öpüyordu ne de uzaklaşıyordu. Yalnızca o ufak temasta bekliyordu.
Sanırım cehennem tam da orasıydı, dudaklarının kenarı. Kim bilir hangi hain planlarla kıvrılmıştı, hangi dudaklarla buluşmuştu kırmızılıkları. Beni kafeslediği gece dudaklarımı hırs ve şehvetle öptüğü gibi başkalarının dudaklarını da öpeceğini düşünmek...Açıkçası bu, o konumdayken bile kanıma ağır bir kıskançlığın girmesine neden olmuştu.
Tasmayı bir kez daha, sertçe çekmesiyle kendime geldim. Her zamankinden düz surat ifadesi, gözlerinin içinde hızla yükselen ateş sonumun ne kadar yakın olduğunun habercisiydi. Park Jimin adi bedenimi ve bayağı ruhumu en yakın zamanda ortadan kaldıracaktı. Bu, muhtemelen birkaç saniye ya da dakikayı bulabilirdi. Şansım varsa bir saati de.
Birden geri çekildi, gözlerime bakmaya devam etti. Suratındaki daha önce kimseye karşı gösterdiğini görmediğim ifade öyle soğuk, öyle düzdü ki iliklerime kadar üşüdüğümü hissettim. Hatta buna ifade demenin bile fazla geleceği bir soğukluktu büründüğü.
Aklından ne geçiriyordu bilmiyordum ama birden kıkırtılar koptu dudaklarından, sonra da kahkahalar. Kısılan gözlerini gözlerimden çekip arkamda bir noktaya çevirdi. Bu kahkahalar eğlendiği için, ortada komik bir şey olduğu için değildi. Bu kahkahalar, benim sonumu hazırladığı içindi. Alay ve tehlike doluydu.
"Ah Lorenzo, benim sevgili dostum, beni affedebilecek misin?" dedi iç çekerek, beklemediğim bir anda.
Lorenzo...Onunla ne ilgisi vardı?
Kalçasını yasladığı masaya ellerini yasladı, Lorenzo'nun sessizliğini dinledi. Sonra aklımdan geçirdiğim soruyu duymuş gibi gözlerini tekrar bana çevirdi ve devam etti.
Yüzünde kendi yaptığı hatayı ve beni küçümsercesine bir gülümseme kalmıştı. Bana bakarken de bunu sürdürdü. Hayal kırıklığına uğramış olsa da beni gözünde çok büyütmediğini gösteriyordu. Bunun en derinlerime kadar işlediğinden emin olmasını söyleyebilseydim kesinlikle söylerdim.
"Lorenzo sana başından beri güvenmiyordu. Beni hep uyardı ama ben sana hep güvendim. Şimdiyse ona bir özür borcum var."
Lorenzo ona benim yüzümden karşı çıktıysa aralarında mutlaka elle tutulur büyük bir tartışma çıkmış demekti. Belki silahlar bile çekilmişti. Bilmiyordum. Jimin gibi birinin ne yaptığını ve yapacağını tahmin etmek benim için zordu.
Benim yüzümden adamıyla kavga etmek ve ondan özür dileyecek olmak onu epey kızdırmış olmalıydı.
Suratından hızla düşen gülümseme yeniden o sert ifadeye büründü. Saniyeler, dakikalar içinde bu kadar fazla ve keskin ifade değiştirmesi...Konuşabilsem bile o şaşkınlık susmam için yeterliydi.
Masadan geniş ağızlı kadehini alıp kalan kan kırmızısı şarabı tek yudumda içti. Ağzına dolan içkiyi henüz yutmadan bardağı masaya koydu ve mırıldanarak işaret parmağını kaldırdı. İçkisini yuttuğundaysa odaya hakim olan sessizliği adeta bir bıçakla bölmüştü. Sesi öyle keskin, öyle can yakıcıydı.
"Ama bu özür faslından önce başka bir şeyi halletmek istiyorum. Antonio, Lorenzo,"
Meydan okuyan bakışları gözlerimin ta en derinlerine bakarken kelimeler dudaklarından kolayca, azgın bir nehir gibi kararlı ve durmaksızın akıp gidiyordu. O, ölüm fermanıma böyle imza atıyordu.
"Bay Kim'i bahçeye götürün. Ne yapacağınızı biliyorsunuz."
Diğerlerine yaptığı gibi bana da soy ismimle hitap etmişti, artık diğerlerinden bir farkım kalmamıştı Park Jimin için. Mahvolmuştum.
Buraya kadardı.
Omerta, bozduğum yemin. Sadık kalmalıydım. Ondan başka herkese dilsiz, sağır ve kör olmalıydım. Olmadım. Yasak elmadan aldığım ısırık gibi başka bir yasağı tattım.
Omerta, Park Jimin'in sadık kaldığı yemin. Bir yabancıyı nasıl hiç acımadan ve pişman olmadan vahşi bir hayvan gibi öldürüyorsa şimdi beni de öyle öldürüyordu. Cezamı avuçlarım arasına bırakmış, sessizce yok oluşumu izliyordu.
Omerta. Yeminim, benim sonum.
╹
Omerta: Uyulmaması haliyle her şekilde mutlak ölümle sonuçlanabilecek yasa, İtalyan mafyalarının suskunluk yasası.
Omerta öpücüğü: Kişinin çete arkadaşlarını dudaklarından sıkıca öpüp "merak etme, konuşmayacağım" mesajını verdiği öpücük.
![](https://img.wattpad.com/cover/182959131-288-k94939.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OMERTA ╹ vmin
FanficBu deli dünyada tek başınasın, herkese ve her şeye rağmen hayattasın. •Mafia!Park Jimin